sağtık

DIZI DIZI INCIYIM

Dizi filmlere göre sosyal hayatını ayarlayanlardan mısınız?

Hani belli saatte belli diziler var diye misafir kabul etmeyen...

Veya o gün asla dışarı çıkmayıp çıt çıt çedene şarkısı eşliğinde çekirdek + çay +mendil üçlüsü ile beyazcama yapışanlardan?

Kapıyı çalana düşman,telefon edene gıcık oluyorsunuz bir de üstüne üstlük öyle mi?
Aaah..ki ah! Ne şanslısınız,öyleyse,bir bilseniz.

Hiç değilse tek bir tane yerli diziye bile  konsantre olup da gerçekten inanarak seyredenlerden olamadım hiç.
  
Çatır çatır dört sene radyo ve televizyon programcılığı okumuş bir diplomalı ekran cadısı olduğumdan,benimle beraber kim dizi izlese,o günden sonra önünde iki seçeneği oluyor tercih edebileceği.
Ya benden nefret edecek…
ya da o güne kadar izlediği diziden.

Elimde değil,mesleki bir hastalık işte,izlediğim ve senaryosu olan her şeye ya teknik ya dramatik kurgu ya da sahne ve devamlılık açısından bir kulp buluyorum.
 Dizi sonlanmadan ya tv kapatılıyor,ya da bana bir defol git kahvesi pişiriliyor reklam arasında.
(Aslında bunun adı sktir kahvesidir ya ,neyse)

Gıcıklıkta da inciyiz ya,o dizileri izleyen eş dosta o dakikaları istemeden zehir edeceğiz ya çene bu durmuyor.
Tekniğine takmasak,bu kez de görünen şeyler dürtüklüyor beni,neden neden neden diye…
Tüm yerli dizileri aynı kıt görüşlü kişi yazıyormuş gibi geliyor bana..İspatı da aşağıda.

*Neden tüm ağalı konaklı eski yeni şehirli köylü yerli dizilerdeki esas kızların saçları maşa dalgası?Yurdum genelinde böyle bir toplum kuralı falan mı var?

*Neden ,tüm hamile kalmış esas kızlar,hamileliklerini esas oğlandan saklarlar?.Çıkıp da esas oğlana çatır çatır ben hamileyim aşkım diyebilen bir esas kız gördünüz mü?


*Hem neden bu ağalı konaklı yerli dizilerdeki hanım ağalar başlarındaki örtüyü hep aynı biçimde bağlıyorlar?
Neden hepsi aynı biçim ve aynı tür?
Kötü kalpli hanım ağa olmanın raconu bu örtüyü bağlama biçimi ile mi alakalı,hı?


*Kötülük demişken…neden dizilerdeki kötüler hep zengindir?
Fakir ve kötü olmak suç mudur benim ülkemde?
Neden tüm iyiler hep fakirdir?

*Neden narkozdan uyanan ya da boğulmaktan kurtarılan kadın kahramanın bile dudaklarındaki o aynı renklerdeki ışıltılı parlatıcı hiç eksik olmaz?
Yoksa senaryo okuyanların hepsinde ortak olarak dudak ışıldaması rahatsızlığı mı baş gösteriyor?
Bu da mı bir meslek sorunsalıdır?

*Neden hep dizilerdeki imaj yenilemiş,bambaşka olup çıkmış kadın kahramanlar, yeni imajlarını gösterirken hep dubleks evin merdivenlerinden inerler?
Neden dosdoğru odanın kapısını açıp ta çıkmazlar onu bekleyenlerin karşısına?


*Hem neden dizilerdeki esas kızlar hiç kumaş pantolonla gezmezler?Neden hepsi sözleşmişçesine tek parça elbise ve altına babet ayakkabı giyerler?


*Neden dizilerdeki esas kızların hepsi put gibi soğuk,mesafeli ve iticidir?
Gülüp de kıkırdayan kızlardan esas kız olmaz mıdır?Onlar eğlenilecek kızlardan mıdır?

*Neden bu dizilerdeki erkek kahramanların hemen hemen hepsini Polat Alemdar’a dublaj yapan adam konuşmaktadır?
Güzel yurdumda bu beylere sesini verecek başka erkek mi yoktur?

*Neden dizilerdeki tüm hamileler karın bölgesindeki yastık dışında hiçbir yerlerinden kilo almazlar ve neden doğum yaptıktan bir gün sonra hopidik hopidik gezer tozarlar?
Dizi setlerinde gebelik ve lohusalık kuralları farklı mı işlemektedir?

*Neden hep dizilerde yalnız kalmak isteyen hep deniz kenarında tek başına yürür?
Oralarda kapkaççı,tinerci olmaz mı?
Hatunlar gecenin bir vakti fondaki acıklı veya romantik müzik eşliğinde oralarda gezmekten korkmazlar mı?

*Neden hep dizilerde yemek pişirme hazırlığındaki kadın oyuncu hep salonun ortasındaki masada patates soyar?
Başka yemek bilmezler de ondan mı?

E peki öyleyse,neden hep akşam yemeği sahnesinde o soyulan patatesler hiç yer almaz  ama hep on beş kişilik salata,yirmi kişilik yaprak sarma,otuz kişilik köfte falan yer alır masanın üzerinde?
Ve de iki üç kişilik kahvaltı sofrasında,set ekibini doyurabilecekten de fazla salam,kaşar,sosis,ekmek,peynir,domates,salatalık vardır?
Prodüksüyonun zenginliği bilinçaltı reklamı olarak mı verilmek istenmektedir?

*Neden hep dizilerde pirinç ayıklanır?
Artık günümüzde ayıklanacak ve içinden taş çıkan pirinç mi kalmıştır?

* Neden hep dizilerde canı sıkkın olan tabağındaki yemeği çatalın ucunda döndürüp döndürüp öylece durur?
Üzgün insanların iştahının kesilmesi kararı bakanlar kurulu kararıyla resmi gazetede mi yer almıştır?

*Neden hep namaz kılan kişiyi gösterdikleri sahnede o namaz kılan hep son rekatın selamlarını verip kalmaktadır?Kameralar girdi diye namazını yarım mı kesmektedir?

*Neden hep duymaması gerekenleri duyacak olan kahraman,taa kaç metre ötedeki kişilerin konuşmalarını tüm ayrıntılarıyla duyabilmektedir?
Onların kulaklarında özel radarlar mı vardır?

 *Neden hep duyması gereken şeyleri bile yanı başında konuşulduğu halde duyamazlar?
O zaman o radarlara ne olmaktadır?

*Neden hep kötülerin arabaları siyahtır?Neden hiçbir kötü karakter beyaz,mavi,kiremit veya kırmızı arabayla gezmez?

*Neden hep ezilen kadın kahramanın yanı başında hep ona akıl veren,kahramanımızın istediği gibi bağırıp çağırıp her türlü eziyeti yaptığı halde hiç küsmeyen bir kız arkadaşı vardır?

 *Neden hep gerektiği anda ve tam zamanında oradan bir taksi geçmektedir? Kahraman taksiyi TAKSİİİİ demeden durduramamaktadır?

*Neden kötüleri çıplak yumruğuyla haklayan silahsız kahraman,hiç ama hiç ,hakladığı kişinin silahını almak gibi bir kurnazlık yapmaz ve yoluna kan revan içinde yumruklarıyla devam eder?

*Neden kahramanın anasız veya babasız çocuğu ile yakiinen ilgilenen sevgilisi tam da çocukla iyi ilişkiler içinde bıcır bıcır vakit geçirirken,bizim asıl kahraman tam da o anda kapı önünden geçmekte olup onları o halde görür ve de etkilenir? Böyle kapıya yaslanıp,onları huşu içinde izlemeler falan?


*Neden her dizinin mutlaka bir ameliyat ya da yoğun bakım sahnesi vardır?
Sağlık bakanlığının diziler üzerinde bir baskısı sonucu mudur bu?

*O hastanelerdeki doktor ve hemşireler neden hep iyilik meleği gibi uzuuuunnn ve ayrıntılı bilgiler verirken hiç sıkılmazlar,hiç hasta yakınını başından savmazlar?

*Neden hep kötü haber alan kahramanın o sırada elinde ya çay tepsisi,ya da alışveriş torbası vardır ve kötü haberi alır almaz bunlar yere atılır?

*Neden hep kabusların en feci yerinde kahraman yataktan kıçını akrep ısırmış gibi fırlayarak uyanır?Biz neden kabuslardan öyle uyanamıyoruz?

*Neden hep herhangi bir dizi kahramanının flashback yani geçmişi hatırlama sahnesinde,kahraman kendisini dışarıdan kamera gözüyle görür?
Yani seyircinin TVden izlediği şekilde?Oysa o kişinin gözüyle tekrardan çekim yapılmış olması gerekmez mi?

Tamam..tamam..liste daha çoook uzar ama benim de dizim başladı arkadaşlar ben kaçar..Niye mi?

Bu yazıyı yazarken Kurtlar Vadisi'nin jenerik müziğini duyuyorum,az sonra diyor.
Gideyim de "Bu dizide yaşayan her canlı ,mutlak bir gün ölümü tadacaktır" yazısını jeneriğe hala koymamışlar mı bir bakayım.

Eşim ya dizi başlamadan git uyu,ya da dizi bitene kadar sus,dedi.

UMUT DABAK
Sessizce Polat Alemdar dublajımı dinlerim ben de.

E,alışkanlık yaptı,yakında kocam bu sesle konuşmuyor diye boşanma davası açabilirim…

(Dublaj sanatçısı=Umut Tabak.
Adamın Türkiye sınırları içinde seslendirmediği esas oğlan kalmadı,paraya para demiyor şerefsizim.Diyorsa bile en kral sesiyle diyordur)




SELÜLİTİ,ÇATLAĞI,KIRIŞIĞI YOK EDEN MUCİZE FORMÜL...!

*Yok öyle,hemen formülü vermemi beklemeyin..Önce ,sadık ve sabırlı birer okur olarak yazının tamamını okuyup bitirmeniz gerekiyor..Az sonra!!
Mucize formülü duyunca,hemen kendinizi burda buldunuz değil mi?Ben de olsam,tıklar,neymiş diye mutlaka merakla okurdum..Hayatımız oturduğumuz yerden mucizeler beklemek üzerine programlandı artık..Hayaller kurar olduk; Birer hap icat etseler şöyle... yutsak,çatlaklar yok olsa..yutsak,selülitler yok olsa...yutsak,kırışklar gitse..yutsak,saçlar uzasa...yutsak saçlar istediğimiz renk olsa...yutsak göğüsler istediğimiz ölçüde olsa..yutsak...yutsak derken,ne bulsak kullanır hale geldik,yakında hepten hapı yutacağız.. İnternet forumlarının iyi tarafı da var kötü tarafı da..Alacağın ürün için forumlardaki yorumları okuyup fikir sahibi oluyorsun..Tam kararını vermişken,zırt diye bir yorum çıkıyor ordan, -Ay…şekerim ben bunu kullandım,şöyle şöyle oldu…sakın kullanmayın,onun yerine bunu deneyin..
Haydiii!..Bu kez bu yeni şeyi yaz bakalım arama motorlarına,ne yorumlar yapılmış bunun için..Bir kaç gün de onu araştır..Sonra yeni bir öneri,yeni bir reçete..Ara ara ara ara… Kaynatmadığımız,karıştırmadığımız,içmediğimiz,yutmadığımız,sürmediğimiz, denemediğimiz şey kalmadı.Yakında çocuk kakası,selülite iyi geliyormuş diye mok kokularıyla dolaşacağız. Ya da " Kayınvalidenin saçından üç tel koparıp kertenkele kanıyla kaynatırsan,içine de kurbağa retinası koyarsan saç dökülmesine birebirmiş.." söylentilerinin üstüne atlayacağız. -Nerden bulacağız güzelim bu kurbağa retinasını...? -Ben bizim aktara sordurdum,göz hastanesinin bahçesinde olabilir,oraya bakın,bizde yok,dedi. -Hm…ben bir bizim sağlık ocağına sordurayım bakim... -Retinası olmazsa,kurbağanın kızlık zarı da olur dedi,kullanan kişi... -Güzelim benim kayınvalidem sizlere ömür…ben şimdi onun yerine kayınpederimin saçından koysam? -Ay..evet ya,ben de kertenkele bulamadım,onun yerine arka bahçede akrep yakalamış çocuklar,onu kullansam bişiii olur mu?Kullanan lütfen buradan açıklasın... *************************** Doğa,mucizeleriyle elbette pek çok ilacın ham maddesi.Her şey,ister kimyasal olsun,ister bitkisel,hepsi bize tanrının birer hediyesi. Ama unuttuğumuz bir şey var...Bunların her biri bir şeyi iyi ederken,başka bir sisteme yan etki yapıyor mu diye düşünmüyoruz.Uzun ve sağlam referanslardan geçirilip yaygınlaşmış kullanıma sahip bitkiler ve karışımlar değil bu sözettiğim.Ihlamur çayı,yasemin çayı,adaçayı,tarçın,kimyon değil yani...Onların kapı gibi yüzyıllara dayanan referansları var. Yok okyanusbiti,yok kaplumbağa tırnağı,yok denizyıldızı yumurtası,yok sümüklüböcek salgısı…Bütün bunlar niye? Yine doğanın bizlere birer mucizevi hediyesi olan vücudumuzun,zamana kendini bırakışına isyan etmenin bir şekli mi? Her izin,her lekenin,her çatlağın,bizim hayatımızdaki birer yaşanmışlık olduğunu ne zaman kabul edeceğiz? Göz kenarlarımızdaki birkaç çizginin,tüm çekilmiş ızdırapların,dudak kenarlarımızdaki ince yivlerin tüm kahkahalarımızın birer izi olarak orda yaşam kartvizitimiz gibi durduğunu ve bizim birer parçamız olduğunu,göbeğimizdeki çatlakların,birtanecik evladımızın dokuz aylık macerasının güzel ve bedeli ölçülemez anısı olduğunu ne zaman kabul edip,yıllar senden korkmuyorum diyebileceğiz? Her çizgimiz,her benimiz,her lekemiz bizi benzersiz yapan özelliklerimiz. Kanserle savaşırım...Mide ağrılarına,baş dönmelerine ,tıp çare bulamamışsa,denenmiş yolları denerim.Ama çizgilerimi,çatlaklarımı,kahve keyfimin bana geri dönüşümü olan selülitlerimi,deniz kenarında ailemle harika dakikalarımın hatıraları omzumdaki güneş lekelerimi seviyorum artık.Onlar bana ait.Her birinde bir daha yeniden yaşanması mümkün olmayan güzel anılarım var. Bükemediğin eli öpeceksin...Madem benden gitmiyorsunuz,sizinle yaşamaktan korkmuyorum! Sevdiklerim beni daha çok mu sevecekler,sevmediklerim beni daha mı çok sevmeyecek,oğlum hasta olunca daha mı çabuk iyileşecek,eşim bana daha mı anlayışlı olacak,özlediğim ve geri getiremediklerim ,koşup zamanı ters çevirerek, bana geri mi gelecek?
Hatırlamak istemediğim anılar hayatımdan yok olacak mı?
Daha az selülitim var diye maaşım yükselecek,hayalini kurduğum bahçeli ev bana hediye mi edilecek?
Yüzüm daha parlak ve genç duruyor diye,babamı kaybetmekten daha mı az korkacağım?
Dostlarım artacak düşmanlarım yok mu olacak?
Daha gür,daha uzun saçlarımı savurursam,yürekteki tüm dil yaraları da puf diye savrulacak mı? Yıllar...sizden korkmuyorum.Çaldıkların senin olsun,benden hislerimi alma,onları kırıştırıp buruşturma,yeter. **************************** (Ne?Kim arıyormuş?Aktar Niyazi Bey mi?Yapma yaa!!Demek aylardır peşinde olduğum elma kurdu omurgasını bulmuş ha…Ne? Kuş beyni hücresi de mi gelmiş?Yoksa balık hafızası da mı varmış? Tamam söyle ona ,yazıyı bitirir bitirmez,atlayıp geliyorum..Nıhahaha...Kahrolun selülitler,savulun ben geliyoruuuum!) (Tuliş...sakız çiğnerken selülit yapmış kadın)

KİRLENMEYİ ÖZLEDİM,GÜZELMİŞ SAHİDEN

(06/04/2007'DE YAZILDI)
"Çikolatalı gofret sevmeyeniniz var mı?" Güzel bir reklam sloganıydı.Akıllıcaydı ve akılda kalıcıydı. Bunu kendi hayatımda,sorguladım..Çok sevdiğim, herkesin de benimle hemfikir olacağı şeyleri sıraladım kafamda.Sevmeyen var mı sorusuna herkesin ama herkesin "Hayır yok" diye cevaplayabileceği bir şey aradım. Sonunda bir tek şey bulabildim herkesin hoşgörü ile ve sevgiyle yaklaşabileceği Tek bir şey.. Çocuklar… Bu satırları okuyan hepinizin hayatının bir parçası..İnkar edemeyeceğimiz,vazgeçemeyeceğimiz ve devredemeyeceğimiz bir yaşam evresi..Çocuk olmaktan sıkılıp ta bundan kurtulmanın bir yolunu bulan oldu mu içinizde.?Sabırla ve bitmek bilmez gibi görünen yıllara dayanarak,kimimiz atlattık..Kimimiz de hala o geçmişin hatıralarını sürüyoruz,geceleri uyumadan önce..Ya da etrafımızdakileri yetişkin tavırlarıyla uyutmadan önce.. Ve ne gariptir ki,içinde bulunduğu durumu değerlendiremeyip te ,evet ben bu durumdan çok hoşnutum,keşke hiç bitmese,denilemeyecek,bunun farkına bile varılamayacak bir şey çocuk olmak..Yani herkesin kendisine gıpta ettiğini fark edemeden,çocuk olmanın paha biçilemez değerine vakıf olamamak,çocuk olmak... Gıpta etmeyi,ancak çocukluktan kurtulduktan sonra öğrenebilmek.…ancak o zaman çocukluğunun değerini bilemediğine yanmak,çocuk olmak. Yalansız ve riyasızca söyleyebilmek her şeyi..Yaşına,kimliğine,mevkiine,karizmasına falan aldırmadan,bir insanın yüzüne o an hissettiğin her ne varsa,önünü arkasını düşünmeden haykırabilmek..Darıtlmak,küstürmek endişelerine kapılmadan,kırılacakmış,gücenecekmiş diye hesap yapmadan,sorulana en açık ve en kısa yoldan cevap verebilmek.. Hayatlarımızın bir devresinde bunu her nasılsa başarmış olan bizler,büyüyüp te kendi çocuklarımızın ebeveyni olduktan sonra,yıllar önce bir yerlerde yaşamış,koşmuş,oynamış,düşmüş,dizkapakları kabuklar içinde kalmış o çocuk saflığını nasıl oldu da hiç yaşanmamış gibi davranmayı seçebildik? Neden kendi doğal gelişimi içinde akışına bırakamadık onların geleceklerini?Neden arkadaşı değil de kölesi yaptık onlarla paylaşacağımız geleceğimizi? Gerçekten bizden bunu istiyorlar mı ki?Arkadaş mı olmalı,köle mi onlara? Bunu onlara sorup da cevap alan ve ona göre davranan oldu mu içimizde? Ben pamuklara sarılarak büyütülen çocuklardan olmadım.Annem,elinde havluyla sırtımdaki terin peşinde gezmedi,hiç.Ağzımdan çok ayıp bir söz çıktığında; başta annemle babam gülüp te "Aman aman,neler de biliyormuş öyle" diye etrafa caka satmadılar.Aman çok ayıp deyip sinirle üzerime de çullanmadılar. Üstümü de kirlettim,düşüp dizkapaklarımı da yaraladım,ağacın tepesinden de yuvarlandım,çamurdan köfteler yapıp evcilik te oynadım,sokak hayvanlarına evden yemek te çaldım,onlarla kucak kucağa da yuvarlandım.Mendil yerine kazağının kol uclarını kullanan,ağaç altlarına sıkışınca su döken,banyo vakti gelince kaçacak delik arayan bir çocuktum. Annemle babam ayrı yataklarda uyumadılar hiç,ben rahat rahat annemle yatayım diye.Ben üşütmeyeyim hastalanmayayım diye kır gezilerinden,deniz sefalarından mahrum etmediler bizi.Sosyal hayatlarını bana göre ayarlamadılar hiç. Kapıcımızın çocuğu,doğum günüme seve seve davet edildi,evsahibimizin çocuğu gibi. Geç konuşuyorum diye,pedagogların kapılarında bekleşmedik.Düşüp yaralandığımda,annem bir yandan pansuman yaparken,bir yandan da enseme şaplak atabiliyordu,aman psikolojisi bozulur endişesi taşımadan...O yaralar için doktorlara koşturmadı beni,oksijenli su ile sarabildim yaralarımı,doktorlarda şımartılmadan. Ama bunlar bana,dürüstlüğün erdeminin,insanın en büyük değer olduğunun,bazı şeylerin büyüyünce geçer türden olmadığının öğretilmesine engel olmadı. Hayatın tüm gerçeklerini,hayatın tüm kirlerini,hayatın tüm sivri uçlarını ve tüm yumuşak kavislerini öğrenerek büyümüşüm,bir de baktım...Kirlenmek güzeldi sahiden de,aynı reklamdaki gibi.Annem çamaşır deterjanına değil,çocukluğun bu şekilde yaşanılası bir şey olduğuna güvendiği için izin verdi kirlenmeme. Peki şimdi örnek bir anne miyim? Hayır! Ben de elinde kuru havluyla gezen,yere düşen ekmeğin yenmemesini öğütleyen,her gün duşa sokmaya çalışan,her suskunluğunda aman yavrum ne oldu diye etrafında pır pır dönen,her ateşinde doktora koşturan annelerdenim.Sokak kedisini sevdiğinde,ellerini yıkatıyorum,çimenlik kırlık yerlerde böcek sokar,düşer dizini yaralar diye gözümü üzerinden alamıyorum.Gofretini,diğer elinde ıslak mendili olmadan yemesine bile izin vermiyorum. O bunu benden istiyor mu?Onu bunlara alıştırmakla iyi mi yapıyorum?İleride bana hesap sorar mı?"Neden izin vermedin kirlenmeme,şimdi çocukluk özlemlerimden arınamıyorum bak" der mi? ......Belki bizim çocukluğumuzda,her şey daha saftı,her şey daha ulaşılmazdı…Ve her şeye o yüzden bu kadar çabuk ulaşabildik,büyüyünce...Dostluğa,sevgiye,neye değer vereceğimizin bilincine...
Evet bu sorulara itirazları duyabiliyorum; devir değişti,yok artık öyle eski bahçeli evler..O eski komşuluklar da kalmadı,çocuğunu gözün kapalı emanet edebileceğin.Belki bir yerlerde,güneşe bırakılmış domates salçalarını çalıp ekmeğinin üzerine süren çocuklar vardır hala..O ekmeğin,aslında yokluk değil,çocuk olmanın en saf lezzeti olduğunu fark edemeyen. Şimdi ortamlar da kötü.İletişim ağları,gerçekten de siyah ağlar örüyor çocuklarımızın üzerine. Çocuklar da artık cinsel istismarın bir parçası o ağ içinde.O yüzden belki,kendi çocukluğumuzu devredemedik,onlara.Sahip olduğumuz en güzel anıların mirasını sahibinden ambalajında emanet edemiyoruz kendi çocuklarımıza.Korkularımızdan duvarlar örüyoruz,aman o duvarın üstüne çıkma,düşersin diye uyararak.. Belki yıllar sonra benim çocuğum da bir gofret ısırığında,binlerce eski kokuyu ve eski çocuk kahkahalarını özleyecek,aslında hiç te gerçek çocukluk yaşayamamış olduğunu ayrımsayamadan... İçinizde çocukları sevmeyen var mı?
Çocuk olup da çikolatalı gofret sevmeyen var mı? Peki bunu bilmenin artık kime faydası var?Gofretle çocukları kandıran ve hayatlarını karartan hastalıklı sapık beyinlerden başka! Elimizde tek gofretler kaldıysa bile onlara,o eski tadlardan ,bari onu esirgemesek?Pamuklara sara sara,artlarından kuru havlularla geze geze,dokunulmaz,çıtkırıldım,nanemolla çocuklar yetiştiriyoruz.Hiç değilse....hiç değilse,gofretlerini şehvetli amcaların ellerinden değil,bizim elimizden sunmalı!
Yere düşse bile,alsın yesin;bir şey olmuyor,ben şahidim! Büyüdüklerinde,kendi çocuklarına da ceplerinden çıkarttıkları gofretlerle sürpriz yapabilmeyi,sırf gofret için bile sevinç çığlığı atabilen çocuklar yetiştirmeyi öğrenirler belki. (Tuliş...sakız çiğnerken düşünebilen kadın)

TECAVÜZÜNÜZÜ NASIL ALIRDINIZ?



*Bağırmadan önce mi,bağırarak mı?

Haberi okuduğumda gözlerime inanamadım.
Düşünsenize,bir insanın başına gelebilecek en aşağılık,en adi,en insanlık dışı saldırılardan birisine uğruyorsunuz.

Haber şöyle: "Yargıtay 5'inci Ceza Dairesi, cinsel saldırı ve geceleyin konut dokunulmazlığını ihlal suçundan 15 yıl ağır hapis cezasına çarptırılan A.B. ile ilgili verilen mahkumiyet kararını bozdu. Yargıtay, bozma ilamında şu görüşlere yer verdi:

"Evinde çocukları bulunan mağdurenin ırza geçme eyleminin gerçekleştirildiği zamanlarda bağırıp çevreden yardım istememiş olması,
  
eylemin birden çok değişik zamanlarda tekrarlanmasına rağmen hiç kimseye anlatmaması

 ve şikayetçi olmaması,
 durgun halinden şüphelenen eşine olaydan yaklaşık iki ay sonra açıklama yapması gözetildiğinde:

ırza geçmenin cebir şiddet kullanarak yapıldığına dair iddiasının durumunu çevresine mazur gösterme düşüncesinden kaynaklandığı"…..laka luka laka luka…

Saldırgan,eylem sırasında,sizi bayıltmış,etkisiz hale getirmiş,ağzınızı tamamen tıkamış halde o iğrenç eylemi gerçekleştiriyor ve vın!….

Öylece ortada,dünyanız başınıza yıkılmış halde kalakalıyorsunuz.

Olayın şoku,etraf,ailem,namusum ,çocuklarım falan derken,aradan bir iki gün geçiyor ve nihayet siz,bu ağır yükü taşıyamayacağınıza karar verip,bir şekilde şikayetçi oluyorsunuz…

Ama hakim duruşmada  diyor ki

-Kızım bağırdın mı?
-Şey,o sırada ağzımı…
-Kızım lafı uzatma..bağırdın mı bağırmadın mı onu söyle?
-Ama hakim bey,adam ağzımı…
-Tamam tamam anlaşıldı...Madem bağırmamışsın,o halde zevkle yaptın...Yıkıl karşımdan..!

Kadıncağız demiş ki,
"Çocuklarım uyanıp beni tecavüze uğrar halde görmesinler diye,bağıramadım."

Yok!

Olur mu?

Hakim kararını vermiş artık,tecavüz edilen bağıramıyorsa,h-a-k-e-t-m-i-ş-t-i-r!!

SUNUCUNUN YAPTIĞINA BAK

Tam da bu sabah,TV'de Dobra Dobra programında,tanınmış bir erkek oyuncu tarafından, bir barda, taciz ve rahatsız edilmiş bir hanımın konuşmalarını dinlerken,bu konuyu düşünmüştüm.

Kızcağız,tacizin şeklini ve biçimini anlattı,gayet kibar ve dili döndüğünce hassas şekilde.

Programı sunan hanımefendiler,atladılar kızın üzerine;

-Sen acaba,çok mu açık giyinmiştin?

-Ay o çocuk yapmaz aslında böyle bir şey,mini etekli,dekolteli falan mıydın?

Kulaklarım beni yanıltmıyordu.
Bunları soranlar da kadındı…

Hemcinsine açık açık şunu soramayıp,lafı dolandırıyorlardı

-Sen mutlaka kuyruk sallamışsındır.Ya yüzüne gülmüşsündür,ya cesaret vermişsindir.!

 Aynı şey kendi başlarına gelseydi,yani iğrenç bir tacizin öznesi,tümleci,konu mankeni falan olmuş olsalardı ve bu soru kendilerine sorulsaydı,sanırım biri köşesinden,biri de programından verir veriştirir,tıpkı bu benim yazım gibi birer metin hazırlayıp,ortalığı ayağa kaldırırlardı.


Dünyada,bir kadını taciz etmiş hangi erkeğe,hesap sorsanız,tek bir açıklaması vardır;

-O istedi…O kaşındı…O bana yüz verdi…


Ve biz,erkek egemen toplumsal illetimizden sıyrılamadığımız için,bunlara inanıp gideriz.

 Daha iki hafta önce,binamızın en alt katında tek başına oturan bir kişi,gündüz vakti evinde soyuldu.

Kadınsı tavırlı erkek komşumuz, ,anahtarıyla kapıyı açıp içeri gireceği anda,birden ardında saldırganların belirip kendisini içeri iterek,eve girdiklerini ve bıçak dayayarak,değerli eşyalarını alıp gittiklerini anlattı.

Çok kormuş ve acınacak bir haldeydi.

Polis de dahil,apartmanda kimse inanmadı ona

-Bu gay ya..Getirmiştir iki sapık,alem yapmak için.Sonra da soyulunca,uyduruyor işte,

diye konuştu herkes arkasından.
 Ön yargılar..ön yargılar…ön yargılar…

Cinsel tercihiniz farklıysa veya mini etek giyiyorsanız vaya dekolteyi seviyorsanız,hele hele tecavüz anında bağırmamışsanız,siz…

O TECAVÜZÜ HAKETMİŞSİNİZDİR!!!

Oh olsun işte,size!

Eşiyle bile zorla cinsel ilişkiyi suç sayan Türk Adaleti,kendi içindeki bu kaostan,kendi kendisini sürekli tekzip etmekten ne zaman yorulacak bilemem.


Tecavüz kaçınılmazsa,önce çığlığını atıp,sonra yere yatacaksın.Yoksa,inanmıyorlar kardeşim!









KIZMA PATRON!

(18/05/2007'DE YAZILDI)
*Hayatta hiç patronum olmadı,diyenlerden misiniz?Hadi canım!...Siz öyle zannedin...
Bu yazı tam da sizi anlatıyor o halde...
İstediğiniz kadar inkar edin,hayatınızda defalarca patron krizi yaşamışsınızdır! Küçükken,ya annemiz ya babamız ya hırçın bir ağabeyimiz ya cadaloz bir ablamız,hiç birisi olmadıysa,mahallenin bu işe soyunmuş tek kaşı havada veleti,mutlaka patronluk taslamıştır,üzerimizde.Üstelik de,o patronluk taslayanların her birinin,başka bir yerde,başka patronları olmuştur.O çocuğun,o ağabeyin,o ablanın,o annenin,o babanın da mutlaka,borusunun ötmediği ve başka birisine "Buyur patron" tavırları sergilediği bir yerler olmuştur.Anlaşıldı ki,hayatımız boyunca,ne patronlardan,ne patronluk taslayanlardan,ne de gücümüzün yettiğine patronluk yapmaktan asla kurtulamayacağız. Bu patronlu yaşam modellerini,keyfimizin istediği kumaştan kesip te kendi bedenimize göre de giyemiyoruz,üstüne üstlük. Kocamız,nişanlımız,yöneticimiz,bindiğimiz taksinin şoförü,gittiğimiz davetin ev sahipleri,gezdiğimiz müzenin görevlisi,yemek yediğimiz lokantanın şef garsonu,uçağın pilotu,hostesi,öğretmenimiz,okul müdürümüz….yerine ve zamanına göre değişen,ama sürekli bir yerlerde karşımıza çıkan patronlarımız var. Tamam,bordrolu bir çalışan olmayabilirsiniz. Ama mutlaka,ya kocadan,ya kocanın ailesinden,ya çocuğunuzdan,ya babanızdan,ya annenizden,mutlaka ama mutlaka zamanında patronluk taslama muamelesine maruz kalmışsınızdır. Anne olmanın en güzel yanı,bastırılmış patronluk heveslerimizi,çocuğumuz üzerinde kullanabilme imkanı sunmasıdır belki?Çocukken,ne olmak istediğimiz sorulsa,yüzde doksan ,öğretmen deriz.Niye?Patron olmanın ve birilerini yönetme eğiliminin en bilinçaltı sızma halidir,üstelik te kutsal bir kılıf içinde sunulur bize. Büyüyüp bir an önce evlenmek isteriz,annemizden arakladığımız patronluk raconlarını kendi çocuğumuza uygulamak için.Patron olmak,güzeldir çünkü.Gücümüzün yetmediği şeye özenmek te normal.. Nikahlarda bağırırız,ayağına bas,ayağınaaaaa! Ayağa basmakla patron olunsa,hatta bunun dozunu da basma şiddeti belirleseydi, ortopedi klinikleri, her nikah töreni sonrası, ,kapısında gelinlik ve damatlıkla acı içinde inleyen hastalarla dolup taşardı.Birbirlerine zıt zıt bakan dünürler de cabası. Araştırmalar göstermiş ki,çalışanlarıyla ast-üst ilişkisi içindeki patronlara nazaran,çalışanlarıyla dostane ilişkiler içinde bir iş ortamı yürüten patronlar,daha çok seviliyor.Ve yine araştırmalar göstermiş ki,dostane ilişkiler kuran patronların iş yerleri,daha az kazanç elde ediyor ve daha kötü yönetiliyor.O halde,profesyonel iş yaşamında,lanet patronları oynayacağız ki kazançlı bir iş yerimiz olsun.Yoksa dostane,yani Burhan Altıntop gibi çalışanlarla yumruk misali kenetlenmiş bir patron olunca,işin suyu çıkıyor,iş yerini su basıyor. Demek ki neymiş,dostunu ve iş yerini birbirine karıştırmayacakmışsın.Yoksa,iş yeri gümleyiverirmiş. Ulus olarak da,pek severiz patronları çekiştirmeyi,arkalarından eleştiri bombaları patlatmayı.Ama usul usul ve gizli gizli,içten içe,onlardan duyacağımız her güzel söz,her aferin,her olumlu gülümseme,mutlu da eder bizi.Bir anda,canım patronum oluverirler bazen. Ulus olarak ayrıca,büyük patronları eleştirmeyi de pek sevmek gibi bir ortak illetimiz vardır.Yöneticileri çekiştirir,devlet başkanlarını topa koyar,meclisin aldığı tüm kararları,orasından burasından,yoğurup yoğurup,kafamıza göre şekil veririz.Hele hele kadın olarak,yırtınıp dururuz meclise yeterli sayıda kadın temsilci alınmıyor,listelerde kadın adaylar üst sıralarda yer almıyor diye.Neden?Bu toplumun erkek egemen ve erkek patron anlayışıyla yönetildiğine dair bir anayasa maddesi var mı?Nedir engelleyen bizleri;KADIN olarak bir parti kurup,tüm bölgelerdeki tüm listeleri, eğitimli, sağlam ve aydın kadın adaylardan oluşturmamamız için?PembeParti…Kulağa nasıl geliyor? ANAPARTİ..hepimiz analık içgüdülerine sahibiz nasıl olsa?Tamam işte,partimizin isim adayları da belirlendi.Fena mı olur,Milli Eğitim Bakanlığında,kadın okul emekçilerini,Sağlık Bakanlığında,kadın doktorları,hemşireleri ve doktor kapısında beklemenin tüm eziyetlerini bilenleri,Adalet Bakanlığında kadın hukukçularımızı ve kadın mağdurlarımızı,bakan veya milletvekili olarak görmek? Ha,bir de, bir takım patronlar tarafından,Aileden Sorumlu Devlet Bakanlığı görevi, nedense hep kadınlara veriliyor,değil mi?Sanki kadının aklı,aileden başka bir şeye ermezmiş gibi.Al,sana bir tutam bal,yapış ta kal,misali…"Onore ederken,alttan alttan küçümseme";ancak bu kadar başarılı biçimde kamufle edilebilir! Aman yapma etme,bu ülke bir kadın başbakan gördü,neler oldu,demeyin.Bu ülke,ona bakarsanız,nice erkek başbakanların ellerinde de neler gördü ama erkek parti başkanlarının kredileri nedense hep sonsuz gibi görünüyor! Neden sadece ama sadece kadınların patron olduğu,sadece kadınların,meclisten bir kararı geçirebileceği,sadece kadınların oylarıyla anayasanın değiştirilebileceği bir sistem düşünemiyoruz?Neden hala,2007 nin Türkiye’sinde,tüm üyeleri ve tüm adayları kadın olan bir partimiz yok? Patron baskısından sıkılan ne yapar?Kendi kendimin patronu olacağım diye,kendine iş kurmaz mı?Beğenmiyorsak patronlarımızı,ne bekliyoruz kendi partimizin patronu olmak için hala? Söyleyeyim efendim,korkuyoruz! Kadın olarak,eşlerimize,sevgililerimize,babalarımıza danışıp da onay alamayacağımız,yani görünmeyen patronlarımıza fikir bazında kabul ettiremeyeceğimiz kararları almaktan korkuyoruz.Ne demiştim,yazının bir yerinde?İçten içe,patronlardan aferinler duymaya bayılıyoruz,değil mi?İşte sorunun cevabı…Böyle bir girişimde,onlardan aferin alamayacağımızı bildiğimiz için korkuyoruz.Evet ve maalesef,Mustafa Kemal'in aydın kadınları olarak korkuyoruz,uyuyoruz,uyutuluyoruz.Seçme ve seçilme hakkımızın sadece birinci kısmıyla ilgilenmeye odaklandırılmış halde,uyutuluyoruz. Hayatlarımızı patronlu yaşam modellerine göre kesip biçmeye,ya da bizden önce birilerinin kesip biçtiği patronlu modelleri kullanmaya o kadar alışmışız ki,hazır yaşam modellerinin birini kendimize uydurup,yaşayıp gidiyoruz.Sallayıp başımızı,alamıyoruz hayal ettiğimiz maaşımızı. Patronunuz kızmadan,yazıyı oylayın bakalım..Ne diyorsunuz,bu konuda?ANAPARTİ ye sıcak bakıyor musunuz?Alalım mı patronlarımızın ellerinden,kocaman aferinlerimizi? Not=Bu yazıyı okuduktan sonra da,hayır,benim hayatımda hiç patronum olmadı,diyebilenlerdenseniz,bu geveze,önünüzde saygıyla eğilir efendim.Size patron diyebilir miyim? (Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)