sağtık

DAHA FAZLA HAYAT

On üç sene önce ilk cep telefonumu aldığımdan beri,Turkcell abonesiyim.
Eşim de ben de.
Büyük 99 depremi olduğunda,Turkcell'in hayati konularda nasıl önem taşıdığını bir kez daha test edebilmiştik çünkü o zamanlar Telsim ve Turkcell vardı sadece ve Telsim aboneleri birbirlerine ulaşamazken,o deprem paniğinde,herkes telefonlarına sarılmışken,ev telefonları tamamen çökmüş durumda iken,Turkcell'li hattım ile ben herkese rahatça ulaşabilmiş ve ulaşılabilmiştim.

Yıllar boyunca numaramız hep aynı oldu.Asla başka operatöre geçmedik.
Yıllar geçtikçe telefonlar yayıldıkça,herkes cepten görüşmeye alıştıkça,cep faturaları da şişmeye başladı.

İki ay kadar önce,Turkcell'in kol gibi faturalarıyla artık başedemez hale gelince,eşimle beraber,Vodafone'un bize çok avantajlı gelen bir paketini seçerek,Vodafone'lu olduk.

Aman geçmeyin,aman çekmiyor,aman konuşmalarınız yarıda kesilir diyen arkadaşlarımızı dinlemedik.

Sonra bütün bu saydıklarım teker teker başımıza gelmeye başladı.
Evet paket avantajlıydı da,kimseyle kesintisiz görüşemedikten sonra,o paket ne işimize yarayacaktı?
Acaba Avea'lı mı olsak diye etrafımızdaki Avea'lılara memnuniyet testi yaptık.
Bizim Vodafone ile yaşadığımız tüm sıkıntıları,onlardan da tıpatıp aynen dinledik.
Birden kesilen görüşmeler,arandığında ulaşılamayan telefonlar,şebeke gücü sıfır diye uyarı veren sinyaller,neler neler.
Daha kullanmadığımız üç yüzer dakikamız kalmışken bile,eşimle dedik ki,
Tamam buraya kadar...
Denedik,olmadı,ey Vodafone kardeş.Birbirimizi daha fazla hırpalamadan ayrılalım,herkes kendi yoluna gitsin.


İnsanların yüzüne telefonu kapatmış gibi zırt diye kesilen görüşmeler,hemen geri aramak istediğinde o aboneye ulaşılamıyor anonsu falan,bizi bu yaşımızda kanser edecekti arkadaş.
Dumanla,davul tamtamıyla ya da güvercinle haberleşmek daha az sıkıntı yaratırdı eminim.
Yağmur yağar,şebeke iptal..
Otobüse bin,şebeke iptal.
Pikniğe git,şebeke iptal.
Gök gürler,şebeke iptal.
Ha bir de üzerine para öde.
Görüşemediğin tüm dakikaların parasını.

Eşimle vicdani muhasebemizi alnımızın akıyla verip,paşa paşa kürkçü dükkanımıza geri döndük.
Daha fazla hayat..
Evet işte budur.
Bodrumda,yani bina bodrumunda bile tam çeken şebeke,net billur gibi bir konuşma konforu,kesintisiz cızırtısız akışkan bir ses kalitesi...
İnsan daha ne ister?

Üstelik Turkcell'e geçenlere merhaba paketinden yararlandık güzel bir avantaj da yakaladık.
Bu kampanya biterse,yine geçeriz bir günlüğüne öteki tarafa...
Sonra döneriz Turkcell'imize,bize yeni bir hoşgeldin kampanyası hazırlar nasıl olsa...diyeceğim ama çok haince olacak,yani şunu doğru düzgün yapsalar,faturalar can yakmasa biz de ayrılmasak Turkcell'imizin bizi hayata bağlayan kalitesinden.
Öteki GSM firmaları,altyapıları yetersizken  bu kadar avantaj paketi ile binlerce,milyonlarca kişiyi kendilerine çekince,sistemleri işte böyle çöktü ve kimse kimseyle kesintisiz cızırtısız görüşemez oldu.
Turcell'in en büyük avantajı sağlam altyapısı demek ki...
Aslında söz konusu uydular falan olduğundan aslında kelime alt değil üst yapı olmalı ya neyse.

Çok rahatım,çok huzurluyum,operatörünüzü değiştirmeden önce bir daha düşünün diyorum bu nedenle...
Şimdi Turkcell'le hayat,daha fazla hayat...

UNUTMUŞUM ÖLDÜĞÜMÜ

Derin bir nefes çekip ciğerlerime,pencerenin önündeki bahar güneşini yakalamak istiyorum

Uzanıp pencereyi  açmak istiyorum.

Ellerim pencere kulpunu kavrayamıyor.

Cama vuruyorum ama cam yok.
Pervazları yumruklayıp camlara vuruyorum,havasızlıktan ölüyorum.

Unutmuşum öldüğümü,hala nefes alabilirim sanıyorum.

Sonra zaman geçiyor,oğlumu özlüyorum.
Bal rengi gözleriyle bana sevginin en rafinesini en menfaatsizini akıtan gözleri doyasıya seyretmek için kalkıp odasına giriyorum.

Farketmiyor beni.
Çenesini tutup başını kendime doğru kaldırıyorum.
Ne çenesini hissedebiliyorum,ne de tenini.
Sonra uzanıp ensesinin altından koklamak istiyorum.
Burnum bana ihanet ediyor.O sıcacık teni hissedemiyorum..

Unutmuşum öldüğümü,hala gözgöze gelebilirim ve koklayabilirim sanıyorum..

Sıcak akşam simidi geliyor bir ara aklıma.
Yanında yeni demlenmiş bir bardak çay.
Mutfağa gidiyorum,Oradalar  ama beni farketmiyorlar.
Oğlum ekmek dilimlerken,babası dalgın tencereyi karıştırıyor.
Sessizce su ısıtıcısına uzanıyorum.

Ama yerinden bile oynatamıyorum.
Onlar durgun bir sesle günlük hadiselerden konuşurken,gidip biriniz simit alsanıza diye hırıldıyorum.
Duymuyor,aldırmıyorlar.
Sesim bana bile yabancıydı,çünkü ben de duyamıyorum.

Unutmuşum öldüğümü,hala konuşabilirim sanıyorum.

Aynaya koşuyorum.
Tanrım nasıl görünüyorum acaba?
Aynada ben yokum.
Hohluyorum,buğu bile olmuyor.Çünkü nefesim çıkmıyor.
Unutmuşum öldüğümü,hala aynalarda siluetim var sanıyorum.

Gidip omuzlarına yapışmak,her ikisini de sarsmak lazım.
Nasıl bir şaka bu?
Hiç komik değil,demek istiyorum.
Sonra da hep birlikte nasıl da kandığıma gülebilmek.
Ama ikisine de dokunamıyorum.
Unutmuşum öldüğümü,hala sitem edebilirim sanıyorum.

Anladım ve kabullendim.
Garip bir sezişle,ölüm buymuş demek ki dedim.
Ben yeni öldüysem neden şimdi farkediyorum ve neden kimse benim adımı anmıyor?
Çok olduysa öleli,neden bana yeni geliyor bu kadar?
Neden bu kadar yabancı ve neden bu kadar bilindik?
Unutmuşum...
Unutmuşum ölümün sessizlikle aynı dereden su içtiğini.
Öldüğümü unutmuşum,her gün yeniden anlayıp her gün yeniden yok saymışım.

Ben...
Yaşarken ölümü unutmuşum.
Şimdi ise yaşamadığımı.
Yarın yine,öteki gün yine unutacağım ve her defasında uzanacağım sevdiğim ve özlediğim şeylere.
Unutmuşum.
Ölmek unutmakmış...Unutmak ölmekmiş.
Yaşarken bunu unutmuşum.


TANRIM BENI BASTAN YARAT


Ayrıntılara girmeyelim ama,geçtiğimiz günlerde,ben yedek lastiğimi de patlattım sanırım.
Üç sene kadar önce sol diz ön caprazımı yırtmıştım basket oynayacağım diye hani...

Hah işte o diz çok uzun bir süreç içinde düzelebilmişti operasyon geçirmediğim için.
Yine o dizimi sakatladım iyi mi?
İyi diyeni yakarım!

Yine koltuk değneği,yine tay tay yürüme,yine MR'lar yine belirsiz bir dönem.
Sanırım bu kez lastik patlamasının da ötesinde bir şey var çünkü sakatlarken içeriden cart diye başka bir yırtılma hissi duydum.Menisküsü ya da arka çaprazı da pert ettiysek işimiz zor anacııım.

Du bakali noolcek?

Bu akşam üzeri doktor görecek ve sonra MR randevusu,sonucun çıkması falan bir kaç günü bulur.
Off,tanrım beni noolur baştan yarat ve yaratırken,
Sorunsuz bir mide,
Sağlam bir omurga,
Zırt pırt patlamayan diz bağları,
Hiç sorun çıkarmayan tiroid bezi,
Hiç doktor yüzü göstermeyecek jinekolojik takım taklavat falan da ver yahu...Şöyle iyilerinden tazelerinden seçip de versen ne güzel olur.(Yazar burda bir yandan Allah'a ellerini açıp tövbe tövbee demektedir)


En çok da hiç bir şey yapmadan öyle uzanmak can sıkıyor.(Yazar bu satırları,sırt üstü uzanmış,bir bacağının altında yastık elevasyon,üzerinde buz kompresi,kucağında notebook ile yazmaktadır)
Kitaplarım sadece böyle zamanlarda değil,her zaman benim vazgeçilmezimdir ama bu aralar çok fena üç diziye takmış durumda olduğumdan,resmen yasak aşk ,ihanet falan duyguları içindeyim yani.Kitaplarımı,yabancı dizilerle aldatıyorum çünkü.
Henüz okuma sırası gelmemiş kitaplarım rafta beni beklerken,bak sen şu gavurun işine,beni kitap okumaktan da alıkoydu gördün mü?
Şok içindeyim,ihanet benden mi geldi?(yazar burada yabancılaşma ve inkar psikolojisi ile başetmeye çalışırken,bunun bir edebi sanat olmadığının da farkında olup çaktırmıyor)




Yürüyen Ölü (The Walking Dead)
Adına bakınca klasik bir zombi hikayesi gibi geliyor ancak heyecanı ve özellikle görsel efektleri ile çok ilgi çekici bir dizi...

Bir gün gerçekten böyle bir şey olursa ne olur diye düşündürtüyor mutlaka.

En sevdiğiniz ölüp yedi dakika sonra sadece sıcak et düşünen ve başka hiç bir insani özelliği kalmayan bir zombi olarak hortlarsa,ne yaparsınız?

Henüz nette 6 bölümden fazlasını bulabilmiş değilim bilgisi olan lütfen link versin.

The 4400
Heroes tarzı süperkahraman fikirli dizileri seviyorsanız bu da sizi açacaktır.
Dünyadan değişik yıllarda ,gökyüzünden gelen  bir ışık tarafından kaçırılmış dört bin dört yüz insan,bir gün aniden yine gökyüzünden gelen tuhaf bir kuyrukluyıldızın içinde dünyaya getirilip bir gölün kenarına bırakılıverirler.
Hiç biri bir gün bile yaşlanmamıştır.
Hiç biri,kaçırıldığını bilmemekte,hiç bir şey hatırlamamakta,kaçırılmadan önceki en son yaptıkları işi yaparken,birden kendilerini gölün kıyısında buluverdiklerini sanmaktadırlar.
Çoğunun sevdikleri ailesi yıllar önce ölmüştür,kimisi 90 yaşında olması gerekirken hala kaçırıldığı gündeki gibi bir  çocuktur.Bir kısmının ailesi onların yokluğunda yeni hayatlar kurmuştur.
Ve bir de her birinin çok değişik ve benzersiz yetenekleri vardır artık ve bu yetenekleri ne için kullanacaklarını bilememektedirler ve kontrol edememektedirler.



The Vampire Diaries(Vampir Günlükleri)

Evet bunu daha önce anlatmıştım şurada
Bildiğiniz liseli kız ve yağuşuhlu vampir sevgilisi.
Tabii ki bana göre değil bu yakışıklılık sözde herkesin imrendiği yakışıklı oğlan aslında vampirdir hani.

Alacakaranlık'lardan on sene yazılmış bir romanın dizisi,Alacakaranlık filmleri iş yapınca çekilmeye karar verilmiş.
Güzel,sürükleyici,hoşça vakit geçirtici ama dizideki Elena karakterine acayip kılım.
Stefan'a da öyle.
İkisi birbirinden sevimsiz,onyedi yaşındaki kızın yüzü gözü görünmüyor ağır makyajdan ve takma kirpiklerin ağırlığından.
Daha soft,daha duru bir yüz seçilebilirdi ve Stefan'ı onyedi yaşında bir erkek oynayabilirdi.
Bonnie,Jeremy ve Caroline karakterleri benim favorim.
Ha bir de Alaric Saltzman.
Cadı,kurt adam,vampir,hem kurt hem vampir olan her türlü yaratık var bu dizide.
Hoş bir eğlencelik.

South Park
Onsekiz yaşından büyükler için yapılmış,hiç bir zaman vazgeçemeyeceğim ,sert,komik,şaşırtıcı ve o kadar da cool bir dizi.
Evet bu yaşta hala çizgi animasyon izliyorum ve evet bu yaşta hala Ken'in sürekli ölmesine,Cartman'ın küfürlerine ve kötü kalpliliğine kahkahalarla gülebiliyorum.