sağtık

AHMET CAKAR TURKCEDEN CAKMAZ

Çarşamba akşamı ,kanalını hatırlayamıyorum ama sanırım Fox TV de Ahmet Çakar'ın sunduğu bir yarışma programı var.İlk kez rastladım ve çıkmış soru ilgimi çekince,izleyeyim dedim.Burda Ahmet Bey,sürekli yarışmacılara şöyle diyordu"Bak,bu soruyu doğru bil,sana şu kadar hediye...."Doğru bilmek, ne demek arkadaşlar?Bir soruyu cevapladığında ya bilirsin ya bilmezsin.Yani ya bildin denir,ya bilemedin denir.Yani yarışmacı şöyle bir şey diyebilir mi: "Cevabı bildim ama yanlış bilmişim..." Yanlış olunca,zaten bilememişsin demektir,öyle değil mi? "Doğru cevapla" ya da "Bu sorunun cevabını bil",denir. Soruyu doğru bilmek tümden anlamsız çünkü zaten soruyu değil cevabı bilmesi gerekiyor. Yani Ahmet Çakar maalesef Türkçe'den çaktı. Ayrıca yine bir şey dikkatimi çekti,nedense bu bilgi yarışması moderatörleri,her sorudan sonra,ben bu sorunun cevabını bilmiyorum gerçekten,diye bir açıklama yapıyorlar.Hani şike mike söylentilerine yol açmayayım diye.Yahu insan demez mi be kardeşim bir taneyi de biliyor ol be... Yani bilgi yarışması moderatörü olacak adamları da ne tesadüfse hiç bir sorunun cevabını bilmeyen adamlardan seçiyorlar.Tuhaf bir tezat değil mi? Ayrıca yine sık sık yarışma ekranının üzerine kocaman yapıştırdıkları bir görüntü var ki kasada biriken ve henüz kazanılmamış parayı anlatan rakkamı şöyle ifade ediyorlar Toplam Ödül= 198,000 YTL Buradaki virgül dikkatinizi çekti mi? Virgüllü sayılarda virgülün sağındaki sıfırlar o sayıyı sıfır yokmuş gibi okunma zorunluluğu getirir,yani bu durumda toplam ödül 198 YTL imiş gibi algılanmak durumundadır.Yani uzun lafın kısası,orada virgül değil,nokta olacaktı doğrusu da şöyle olmalıydı Kasada Biriken Ödül= 198.000 YTL YANLIŞLAR BİTMİYOR Yeri gelmişken,söz ve ifade yanlışlarından söz açılmışken söyleyeyim; çevremdekilerin sürekli kullandıkları ama yanlış olan ve benim bıkıp usanmadan düzelttiğim bazı deyimler,terimler,sözcük grupları veya sözcükler de var ki burada onlardan sözetmeden geçemeyeceğim.Nüans farkı...nüans zaten fark demektir ya nüans dersin ya fark...Arka fon...fon zaten arka demektir ya arka dersin ya fon dersin...
Geri iade etmek...iade etmek demek zaten geri vermek demektir,başına geri sözcüğünü koymanın alemi nedir?
Bir de bazı atasözleri var yanlış kullanımı beni çileden çıkarıyor.
Zürafanın düşkünü beyaz giyer kış günü değil,zürefanın düşkünü olacak.Burda Zürafa hayvanı değil,zarifler anlamındaki zürefa kelimesi önemli.
Çok güzel tepkiler aldık denir mesela...Hayır!
Tepki kelimesi tepmek kökünden gelir ki olumsuz anlam içerir.Eğer tepki olumsuz değilse buna güzel eleştiriler aldık denir. öss sınavı denmez zaten öss' nin son s 'si sınavın s 'sidir.
- itü üniversitesi denmez mesela zaten sondaki ü ünv.kısaltmasıdır.
- tdk kurumu denmez k zaten kurum'un kısaltmasıdır.
full dolu denmez full zaten hem ingilizcedir hem dolu demektir. Arka fon? fon zaten arka,arka plan demek.Fonda güzel bir müzik denir ,arka fonda güzel bir müzik denmez.Arka arkada güzel bir müzik demiş olursunuz o zaman.
Terim sözcüğü herhangi bir teknik alanda belirgin bir anlamı olan kelimedir. Teknik terim derseniz anlatım bozukluğu içeren cümle kurmuş olursunuz
Yanlış hata denmez zaten ikisi de aynı anlamdadır.
Karamanın koyunu,sonra çıkar oyunu değildir,doğrusu
Karaman'ın koynu sonra çıkar oyunu'dur ki tarihte Karamanlı Beyi'nin koynundan çıkarttığı bir kuş ile sözünden dönmesini anlatan bir deyimdir. Mahzur ile mahsur kelimesi çok karıştırılır.
Mahzur kaldım denir oysa mahsur kaldım denmelidir.
Mahzur,sakınca demektir.Doğru kullanımı şu şekilde olmalıdır
Köyde mahsur kaldık
Bir mahzuru mu var? Hepsini birden hatırlamam imkansız olduğu için Google dan aratarak yanlış kullanılan kelimeler ile doğrularını buraya toptan ekledim.Hepimiz faydalanırız umuyorum.
YANLIŞI DOĞRUSU
laboratuar laboratuvar
antreman antrenman aptes abdest
eşortman eşofman
orjinal orijinal
yalnış yanlış
yanlız yalnız
kiprik kirpik
kirbit kibrit
anbar ambar
canbaz cambaz
çenber çember
makina makine
meyva meyve
zatüre zatürree
matba matbaa
deynek değnek
süpriz sürpriz
poaça poğaça
kordalye kurdele
sandoviç sandviç
eksoz egzoz
pardesü pardösü
ayidat aidat
pilaj plaj
tazik tazyik
traş tıraş
metod metot
ara söz arasöz
ara yön arayön
heralde herhalde
hanfendi hanımefendi
beyfendi beyefendi
katilitik katalitik
salıngaç salıncak
kaydırgaç kaydırak
okşizen oksijen
şarz,şarş şarj
Yine sinir olduğum ve yanlış olan bir kullanım şekli daha ekleyeyim "Portakal suyu sıkmak!" Portakalın kendisi sıkılır,suyu sıkılmaz.Üstelik hiç bir şeyin suyu sıkılmaz.Madde sıkılır,suyu çıkartılır. Doğrusu; "Portakal sıkmak"dır
Not=Eylemlerim devam edecektir

AILE ALBUMLERI

Ajda Pekkan demiş ki; " Kilo alırım ,vücudum bozulur korkusuyla,hamile kalamadım.." Yine Ajda’lı bir başka haber; " Onbeş kedisiyle,Anavutköy’deki eski evine taşındı…" İyi ki de hamile kalmamışsınız Ajda Hanım. Çocuk sahibi olmak için yapılan,belki de sırf annelik tatmak için yapılan ve anne olduktan sonra boşanılıp,çocuğu hayatta sahip olabileceği en önemli şeyden mahrum yaşamaya mecbur eden, o bencil ,o güncel,o moda evlilik sahteciliğinin içine girmemişsiniz iyi ki.Şimdi sizin de,aile mefhumundan yoksun,kimbilir kaç yaşında,kimbilir hangi magazin playboyu ile ya da magazin güzeli ile yaşadığı aşktan dolayı gündeme gelecek bir oğlunuz ya da kızınız olacaktı belki de. Ha o evlat gibi sahip çıktığınız sokak kedileri,ha sokak kedileri gibi aile bilincinden yoksun yetiştireceğiniz evladınız.İkisi arasında pek bir fark olmayacaktı nasıl olsa! Vücudu bozulacak diye kendisini annelikten (veya hasbelkader doğurduysa)şöhretinden olmamak uğruna çocuğunu gerçek bir aileden mahrum edecek bir düşünce yapısına sahipsiniz çünkü.Yazının biraz aşağılarında adı geçen pek çok meslekdaşınız gibi... Demet Akalın açıkladı; "Eşimle çocuk meselesi yüzünden ayrıldık ama dostuz.Çocuk yapmak istemiyorum,benim için sanatım(!) her şeyden daha önemli..." Bakın bir kesim vatandaşın özendiği,bayıldığı hayatı yaşayan meşhurlara,starlara…Sezen Aksu,Seda Sayan,Türkan Şoray,Oya Aydoğan,Yıldız Tilbe,Yeşim Salkım,Hande Yener,Muazzez Abacı,Nükhet Duru ve daha hatırlamadıklarım.Hepsi zamanında yaptıkları evliliklerden birer çocuk sahibi.Hepsinin evladını Allah bağışlasın. Hepsinin ortak özellikleri var. Ünlü annelerin çocukları bunlar.Ünlü ve eşinden ayrı…Ünlü ve artık bir aile sahibi olmayan. Babalarını çoğumuz bilmiyor,tanımıyoruz ancak iyi gelir sahibi,kariyer sahibi adamlar olduklarını işitiyoruz ordan buradan.Çocuğun maddi geleceğini güvenceye almak lazım tabii!! Herkesin kendi hayatı,kendi özeli,kimseyi ilgilendirmez,demeyin.İlgilendirmez diye düşünselerdi,doğumhanelere muhabir,boşandıkları adliyelerin önüne magazin kamerası çağırmaz,ya da bu tip manşetlik açıklamalarda bulunmazlardı.Sen her şeyi milletin gözüne gözüne sok,sonra da "Benim özelimden size ne?" deyip çık.Senin özelinse gazetelerde ne işin var,röportaj vermezsin,olur biter. Şimdi bu noktada,bir gazete manşeti daha alıyorum buraya; Tolga Çevik(Hani Avrupa yakasının Sacit’i…Organize İşler’in Superman oğlanı) demiş ki; "Ailem için gerekirse her şeyden vazgeçer,limon satarım." Buyur burdan yak! Yine aileyi metafor alıp,ucuzundan reklam sana! Halka demagoji yapacaksan,ya aileyi ya Atatürk"ü kullan,olsun bitsin! Niye vazgeçiyorsun ki kardeşim,ikisini birarada yürütemiyor musun?Sen o aileyi kurduğunda da ünlüydün,şöhret sonradan gelmedi ki sana.Ailen,halk senin ne kadar süper biri olduğunu düşünsün diye, bu kadar rahat kullanabileceğin bir aksesuar mıdır?Durup dururken sana aileni bırakır mısın? diye mi sordular da bu açıklamayı yapmaya lüzum gördün? Bizim Anadolumuzda,ailesi için hapislerde yatan,ailesi için kaçakçılık yapıp mayınlarda ölen,ailesi için yaban ellerde üç kuruşa işçilik,boğaz tokluğuna amelelik yapanlar var,sen limon satmaktan sözediyorsun. Beyefendinin hayattaki en zor ve örnek gösterilebilecek türde fedakarlık olarak algıladığı tek meslek bu herhalde.Limonculuk! Şak şak şak...bravo sana.Bak bunu bile bir kaç kişiden alkış almak için yapmıyor musun? Alkışın olmayacak ve sen limon satacaksın ha? Senin aklına limon sıkarız biz,Türk seyircisi aptal ve saftirik ya,ne versen,yerler! Ver coşkuyu,ver coşkuyu! Aile nedir? Aile her şeydir. Aile,hayatta insanın sahip olabileceği tüm değerlerin bir arada bulunabileceği,tek yerdir. Aile kavramından uzak yaşayan insanların,hayata bakışları,hayat karşısında duruşları,genelde problemlidir,hırçın ve agresiftir,kimse bunun tersini iddia edemez. Hayatta her şeyin sahibi olabilir insan.Bir gün çok zengin olabilir.Bir gün çok ünlü olabilir.Bir gün o çok istediği müdürlüğü,yöneticiliği,yüksek kariyeri hiç ummadığı anda hayatının içinde bulabilir. Alkışlar,bravolar,pahalı giysiler,nezih semtlerde,site içinde,havuzlu,korumalı lüks evler,beş yıldızlı tatiller,yardımcılar,asistanlar içinde yaşayabilir insan,pek te hoş olur doğrusu,kimse hayır demez.Urfa’da Oxford vardı da biz mi gitmedik,hesabı,bize bunları sundular da biz hayır mı dedik? Yoooo! Ama ya sunarlarsa? Herşeyden vazgeçebilir misiniz? Bunları yaşamak uğruna... Hayatta en sevdiğiniz üç dört kişi ile akşam sofrasına oturmak,birbirinin gözlerinde hoşgörü,şefkat,birbirinin dilinde derdine derman, birbirinin sesinde hastalığına şifa bulmaktan vazgeçebilir misiniz? Hafta sonları,eşimle dolaşırken, yürüyüş yaparken ,eşofman giymiş,elele tutuşmuş neşe ile yan yana ,hayata karşı elele ve omuz omuza yürüyen,orta yaşı hayli geçmiş, çifleri görürüm. Saçlarında saygı uyandıran beyazlar,birbirlerinin elleri veya kollarına dolanmış ellerde,koskoca bir ömrün kahverengi lekeleri,göz çevrelerinde yıllarca atılmış kahkahaların,yıllarca akmış gözyaşlarının izleri çizgilerle.Denizin kokusunu beraberce çekerler içlerine,ya da ormanın.Beraber durup bakarlar uzaktan geçen bir yunus sürüsüne ya da ne konuştuklarını duyamadan biri diğerine uzaktaki bir şeyi gösterir heyecanla. Yağmurdan kaçarlar birbirlerine siper olarak veya güneşten korurlar birbirlerini,gölgeye çekerek. Bazen hoş senaryolar yazarım onlar hakkında, "Şunların dışarıda okuyan bir oğulları varmış,bu ötekilerin kızıyla damadı her hafta sonu ziyarete gelirmiş,şu çiftin torunları dönüşte simit getirin diye tembihlemişler…Bu tarafta balık tutan çiftin belki hiç çocuğu olamamış ama huzuru birbirlerinde bulmuşlar..." "Allahım",derim,"Dünyada,evdeki huzurdan daha güzel bir şey yok.Bize de böyle yaşlanmayı nasip et,başka bir şey istemem." Beraber yaşlanacağın bir insan lazım hayatta.Beraber albümlere bakabileceğin. Hatırlamadığın bir fotoğrafın tarihini ya da yerini sana hatırlatabilecek kadar ortak yaşanmış olmalı o hayat. Aynı evlada sinirlenip,aynı evladın sevinciyle kabarmalı göğsünüz.Aynı kişilere anne,baba,abi,teyze diyebilmelisiniz. Sevdiğin ve beraber yaşlandığın o insana,baba ya da anne diyecek o evlat lazım sonra.Haftada bir kez bile olsa,o evladın sevdiği yemekleri hazırlayıp,kapının çalmasını beklemek lazım. Sokak kedilerini eve aldığın zaman,o kedilerden bile şikayet edebilecek mızmız da olsa,bir hayat arkadaşı lazım. Beraber çektirilmiş onlarca,yüzlerce fotoğrafı,yanyanayken bile hasretle seyredebilmek lazım. Bir insanla,albümlere bakarken ne kadar çok şey konuşabiliyorsanız ve ne kadar süre aynı albüme sıkılmadan bakabiliyorsanız, tamamdır. Aile budur.! Bu kadar basit ve bu kadar değerli bir şey. Hayatta sahip olabileceğin en değerli ama en değerli şey. Hayatta keşkelerin en acısıdır bir aileden kendi isteğinle mahrum olmak. Hayatta yaşanamayanların en kendisini hissettirenidir. Bu akşam ailenizle sofraya oturduğunuzda, önce,onların gözlerine ya olmasalardı,diye bir kez daha bakın.Sonra beraberce eski albümlere… Damağınızda kalan tadı,başka bir şeye değişebilir misiniz? (Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın...)

TURKUM,DOGRUYUM,FELAKETİN OGLUYUM.


Deprem geliyor,bangır bangır hem de.
Tırsın…korkun…geceleri günah çıkartarak yatın…
Hatta abartın ,geceleri abdestli yatın.
Deprem Türkiyenin bir gerçeği ve yıllardır çok can heba oldu. Ama korkunun ecele faydası yok.
Vallahi yok,billahi yok.
Türkiyenin gerçekleri de o kadar çok ki be anacığım,en azından depremi biliyor ve bekliyoruz.
Ama bir de bilmeden ve hesap bile etmeden her gün yaşadığımız ve sırf bu nedenlerle ölme ihtimalimizin, depremden ölme ihtimaline kat kat üstün olduğu tehlikeler?
 Minibüsün kapısı sıcak yüzünden açıkken ve yolcu ayaktayken,sürücü manevra yapıp kadıncağızın araç dışına düşüp ölmesine yol açıyor.
Binlerce YTL lik minibüslere iki üç bin liralık klima koymazsan,olacağı budur.Burası Türkiye.
Duran şilebe,hareket halindeki bir deniz otobüsü bodoslama dalıyor.O da yetmiyor,kazazedeleri alıp ta Avşa"ya götüren göya sağlam başka bir deniz otobüsü,Avşa dönüşü yine içi dolu halde iken,Marmara ortasında motor stop edip arızaya geçiyor…Burası Türkiye.
Yine bir Ada Feribotu,motorları stop etmiş ve iskeleye yanaşmış görünürken,aniden tam yol hareket ederek,halat faciasına yol açıyor…Burası da Türkiye
Telesiyej kopuyor,gencecik bir can uçurumdan aşağı düşüp yokoluyor.
Devletin gurur duyduğu hızlı trenler raydan çıkıp ortalığı kan gölüne çeviriyor. Normal yolunda giden bir taksi,viyadükteki ikaz levhalarının yetersizliği yüzünden yarısı olmayan viyadüğe girme gafletinde bulunduğu için güm diye inşaat uçurumundan aşağı yuvarlanıyor.
Elbette ki burası da Türkiye.
Çanakkale-Kilitbahir arası çalışan mini feribot boğazın ortasında motor arızasına geçiyor,o sırada geçmekte olan şileple çarpışma tehlikesinden ucuz sıyırıyor.Adres Türkiye
Hatta Çanakkale-Eceabat arası çalışan dev feribotlar bile sık sık arıza yapıp boğazın ortasında akıntıyla sürükleniyor.Yine Türkiye. Motoru kilitlenen yabancı bandıralı kimbilir kaç tane yük gemisi,boğaz kıyılarında facialardan dönüyor.Türkiye…Türkiye…Türkiye…
Yüksek katlı plazalara,alışveriş merkezlerine bile girerken çantaların üst başın didik didik arandığı ülkede,havaalanndan hala uçak kaçırabiliyorsun.
Canın macera istesin yeter.!
Maceraya doymadıysan,yavrunu yanına alıp bir inşaat yakınından geçmen bile günlük adrenalin ihtiyacını gidermene yeter.
Yavrunun elini bir an için bırak ,her yerde ağzı açık bir kuyu onu bekliyor.Burası Türkiye.
Adamcağız benzincide aracına yakıt alırken,başka bir aracın benzin deposunda takılı halde UNUTULAN pompa,araç sahibi hareket edince,kamçı gibi yerinden fırlayıp adamcağızın kafasına çarpıyor ve adamın sağ tarafı felç oluyor.
Neresi mi? Şaka yapıyorsunuz!
 Serinlemek için gölete ,nehire falan giren vücudu biraz fazla kıllı Türk erkekleri için de şimdi yeni bir potansiyel tehlike ortaya çıkmış durumda.
                                                                            
Ayı zannedilip linç edilme tehlikesi!
Aman eşiniz falan sırtı yüzü omuzları kıllıysa,gözünüzü üzerinden eksik etmeyin derim ben.
Neme lazım karadaki ayılar onu da kendileri gibi zannedip taşla sopayla döve döve linç etmeye kalkarlar da,üstelik te bir de kendilerini savunurlar.
 -Mayo giymişti,insan taklidi yapıyor diye öldürdük!

Ama yurdum insanı hepten hayvan düşmanı değil.

Hayvan severleri de var içlerinde.

Pastaneler,ekmek fırınları,ekmek alanlara yanında promosyon hamamböceği ve fare dağıtıyorlar.

Hiç bir baskın,hiçbir ceza onları bu ulvi görevden alıkoymadığı gibi,niye ilaçlama yapmıyorsun diye soran muhabire,"ilacı da gelsin devlet yapsın" diyebiliyor.



Görme özürlülerin halka açık plajlarda jet- ski kullanabildikleri,ileri derecede alkol veya uyuşturucu bağımlısı, ileri derecede görme kusuru olan sürücülerin taksi,minibüs otobüs şoförlüğü yaptığı,

sahte diplomaların süslediği muayenehanelerde; sahte doktorların reçete yazıp,bel çektiği,hatta oha falan ama diş çektiği,

acillerde doktor yerine hademelerin dikiş attıkları,

şehirlerarası yollarda her an bir orman yangını içinde mahsur kalabilme tehlikesinin göze alınarak yolculuk edildiği ,

hatta sol şeritte 120 km nin altında seyretmenin yasak olduğu paralı otobanlarda solunuzdan koca bir TIR ın sizi yalayıp geçtiğini falan görebileceğiniz,bir ülkede yaşıyorsunuz.

Ölüm saçan zayıflama,göğüs büyütme,bilmemne dikleştirme ürünlerininin  sokaklarda tezgahlarda,internet sitelerinde leblebi gibi satıldığı hatta başka tür leblebilerin okulların önünde minik yavruların yutmasını bekledikleri bir ülkede…
Deprem geliyormuş…
Peaah!
Deprem her gün oluyor bu ülkede,her gün bir evin bir ocağın,bir ananın,bir evladın yüreğinde mutlaka oluyor.
"Bu nasıl ülke,bu nasıl devlet!" feryatları içinde hem de.
Umurumuzda mı?
Deprem geliyormuş.
Geleceği varsa göreceği de var.Alışkınız biz,bize bişi olmaaaaz!!!





DEPREM Mİ?BİZE NE Kİ,BİZ TÜRKÜZ!

Deprem geliyor,bangır bangır hem de. Tırsın…korkun…geceleri günah çıkartarak yatın…Hatta abartın abdestli yatın. Deprem Türkiyenin bir gerçeği ve yıllardır çok can heba oldu. Ama korkunun ecele faydası yok.Vallahi yok,billahi yok. Türkiyenin gerçekleri de o kadar çok ki be anacığım,en azından depremi biliyor ve bekliyoruz.Ama bir de bilmeden ve hesap bile etmeden her gün yaşadığımız veya yaşama ihtimalimizin depremden ölme ihtimaline kat kat üstün olduğu tehlikeler? Minibüsün kapısı sıcak yüzünden açıkken ve yolcu ayaktayken,sürücü manevra yapıp kadıncağızın araç dışına düşüp ölmesine yol açıyor.Binlerce YTL lik minibüslere iki üç bin liralık klima koymazsan,olacağı budur.Burası Türkiye. Duran Şilebe,hareket halindeki bir deniz otobüsü bodoslama dalıyor.O da yetmiyor,kazazedeleri alıp ta Avşaya götüren bir başka deniz otobüsü,Avşa dönüşü yine içi dolu halde iken,Marmara ortasında motor stop edip arızaya geçiyor…Burası Türkiye. Yine bir Ada Feribotu,motorları stop etmiş ve iskeleye yanaşmış görünürken,aniden tam yol hareket ederek,halat faciasına yol açıyor…Burası da Türkiye Telesiyej kopuyor,gencecik bir can uçurumdan aşağı düşüp yokoluyor. Devletin gurur duyduğu hızlı trenler raydan çıkıp ortalığı kan gölüne çeviriyor. Normal yolunda giden bir taksi,viyadükteki ikaz levhalarının yetersizliği yüzünden yarısı olmayan viyadüğe girme gafletinde bulunduğu için güm diye inşaat uçurumundan aşağı yuvarlanıyor.Elbette ki burası da Türkiye. Çanakkale-Kilitbahir arası çalışan mini feribot boğazın ortasında motor arızasına geçiyor,o sırada geçmekte olan şileple çarpışma tehlikesinden ucuz sıyırıyor.Adres Türkiye Hatta Çanakkale-Eceabat arası çalışan dev feribotlar bile sık sık arıza yapıp boğazın ortasında akıntıyla sürükleniyor.Yine Türkiye. Motoru kilitlenen yabancı bandıralı kimbilir kaç tane yük gemisi,boğaz kıyılarında facialardan dönüyor.Türkiye…Türkiye…Türkiye… Yüksek katlı plazalara,alışveriş merkezlerine bile girerken çantaların üst başın didik didik arandığı ülkede,havaalanndan hala uçak kaçırabiliyorsun.Canın macera istesin yeter.! Maceraya doymadıysan,yavrunu yanına alıp bir inşaat yakınından geçmen bile günlük adrenalin ihtiyacını gidermene yeter.Yavrunun elini bir an için bırak ,her yerde ağzı açık bir kuyu onu bekliyor zaten.Burası Türkiye. Adamcağız benzincide aracına yakıt alırken,başka bir aracın benzin deposunda takılı halde UNUTULAN pompa,araç sahibi hareket edince,kamçı gibi yerinden fırlayıp adamcağızın kafasına çarpıyor ve adamın sağ tarafı felç oluyor.Neresi mi? Şaka yapıyorsunuz! Serinlemek için gölete ,nehire falan giren vücudu biraz fazla kıllı Türk erkekleri için de şimdi yeni bir potansiyel tehlike ortaya çıkmış durumda.Ayı zannedilip linç edilme tehlikesi! Aman eşiniz falan sırtı yüzü omuzları kıllıysa,gözünüzü üzerinden eksik etmeyin derim ben.Neme lazım karadaki ayılar onu da kendileri gibi zannedip taşla sopayla döve döve linç etmeye kalkarlar da,üstelik te bir de kendilerini savunurlar. -Mayo giymişti,insan taklidi yapıyor diye öldürdük! Ama yurdum insanı hepten hayvan düşmanı değil.Hayvan severleri de var içlerinde.Pastaneler,ekmek fırınları,ekmek alanlara yanında promosyon hamamböceği ve fare dağıtıyorlar.Hiç bir baskın,hiçbir ceza onları bu ulvi görevden alıkoymadığı gibi,niye ilaçlama yapmıyorsun diye soran ünlü gazeteciye,ilacı da gelsin devlet yapsın,diye pişkince cevap verebiliyor. Görme özürlülerin jet ski kullanabildikleri,ileri derecede alkol veya uyuşturucu bağımlısı ya da en masumundan ileri derecede görme kusuru olan sürücülerin taksi,minibüs,otobüs şoförlüğü yaptığı,sahte diplomaların süslediği muayenehanelerde sahte doktorların reçete yazıp,bel çektiği,hatta (oha falan ama) diş çektiği,acillerde hastaya doktor yerine hademelerin dikiş attığı(yetmezmiş gibi bir de fırça attığı),şehirlerarası yolculuklarda her an bir orman yangını içinde mahsur kalabilme olasılığının yüzde seksen falan olmasının son derece doğal kabul edildiği,boşanmak istemediğiniz için eşiniz tarafından yol ortasında kıtır kıtır hem de polislerin falan gözü önünde kesildiğiniz, sol şeritte 120 km nin altında seyretmenin yasak olduğu paralı otobanlarda solunuzdan koca bir TIR ın sizi rüzgarıyla yalayıp geçtiğini falan görebileceğiniz,"aha işte bu yepyeni bir teknoloji,tamam buna binelim" dediğiniz ulaşım araçlarının ihmal yüzünden toplu katliam kazalarına dönüştüğü,bir ülkede yaşıyorsunuz.Ne uçağına,ne karayollarına,ne deniz yoluna, ne tren yoluna güvenebildiğiniz bir ülke burası. (En güveniliri birer eşek veya at edinmek mi acep? Yolculuk biraz uzun sürer belki ama değmez mi? Belki de bunun üzerindeyken bile arkanızdan tekeri fırlamış ya da freni patlamış bir kamyon gelip altına alır sizi,o da emin ve güvenli diil yani. Ya da ne de olsa Türk eşeği,üzerinden sorgusuz sualsiz atıp bir de üstüne tepebilir mi!) Zehir saçan zayıflama,göğüs büyütme,bilmem ne dikleştirme ürünlerininin sahtelerinin sokaklarda tezgahlarda leblebi gibi satıldığı hatta başka tür leblebilerin okulların önünde minik yavruların yutmasın bekledikleri bir ülkede… Deprem geliyormuş… Pööh! Deprem her gün oluyor bu ülkede,her gün bir evin bir ocağın,bir ananın,bir evladın yüreğinde mutlaka oluyor.Umurumuzda mı? Deprem geliyormuş. Geleceği varsa göreceği de var.Türküz biz,bize bişi olmaz!!!

(Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)

Harry Potter Ve Zümrüdüanka Fiyaskosu

Kitaplarının ve filmlerinin müdavimiyim. Kitaptan filme senaryo uyarlamasının ne zor olduğunu,mesleki eğitimimin de bir parçası olduğundan,çok iyi bilenlerdenim ve hala iddia ederim ki şu ana kadar Yüzüklerin Efendisi üçlemesi dışında hiç bir uyarlamayı başarılı bulmuş değilim.O bir fenomendir,klasiktir ve bir uyarlama başyapıtıdır.(Bir mi...üç üç!!) Harry Potter serisinin en son oynamakta olan son filmi Zümrüanka Yoldaşlığını,uyarlama olarak oldukça başarısız ve yetersiz buldum.Yönetmen de,senarist te ,kitapta var olan düşünce ve içsel dünyanın zenginliğini filme aktarmanın zorluğunu düşünerek,görsel olarak bir şeyler hazırlayıp,seyirciyi bu yönden doyurmaya karar vermiş ve hiç te iyi etmemişler. Kitapta anlatılan pek çok önemli konu,filmde es geçilmiş.Kitapta vurgulanan pek çok önemli durum ve bir sonraki Melez Prens kitabına da etkileri devam edecek olan ayrıntı,ne yazık ki senaristin ellerinde yok olup gitmiş.Zannımca,Melez Prensi okumadan,bunu tek bir seferlik film gibi algılayarak hazırlanmış bir senaryo. Kitabı okumadan gidenler için yavan ve sığ gelebilecek üstünkörü bir anlatım. Görsel olarak ta bir şeyler bulabilmek için filmin sonundaki Sihir Bakanlığının Kehanet odası bölümünde geçen sahneleri beklemek zorundasınız. Senaryo ve kitap eşleşmesinin başarısızlığını örneklemek için sadece şu kadar ipucu vereyim, Filmde,Harry ve Dumbledorun Ordusunun sihir savaşına hazırlandıkları ihtiyaç odasını,Müfettiş Umbridge"e ispiyonlayan kişi,Harry"nin filmde şap diye öpüverdiği,oysa kitapta bu kadarlık yakınlaşma uğruna ne kadar çok sıkıntılar çektiğinin uzun uzun ayrıntılandığı,çekik gözlü sevgilisi Cho olarak gösteriliyor oysa kitapta,Cho nun kız arkadaşıdır bu. Başarısız bir uyarlama. Zayıf görsel efektler. Filmin tamamı,sanki sadece,son sahnelerine hazırlık olsun diye çekilmiş.Yönetmen,tüm heyecanını filmin son sahnelerine sakladığı için,seyirciye de aynı heyecansızlığı filmin son sahnelerine kadar sabırla sürdürmekten başka bir şey kalmıyor. Gözüme çarpanları buraya listeledim * Regulus Black filmde geçmiyor bile.(Siriusun ailesinden önemli biri.RAB koduyla önemli bir yer tutuyor kitapta) * Ayna olayı yok.(Siriusun Harry e verdiği,haberleşme aynası) * Sirius Black’in annesinin portresi yok.(portre sık sık konuşuyor ve lanetler yağdırıyor) *Kreacher (siriusun ev cini) karakteri son derece lanetli,sirius ve yoldaşlık üyelerinden nefret ediyor.filmde buna da hiç değinilmemiş. *Filmde Cho Chang’i gammaz yapmışlar; oysa kitaptaki gammaz,yani DO nun çalışmalarını ve yerini idareye bildiren karakter,Cho'nun kız arkadaşıydı. *Kitapta Harry,Cho ile yakınlaşabilmek için çok sıkıntı çekiyor ve oldukça zorlu bir süreç atlatıyor.Oysa filmde şakadanak öpüşüverdiler!! * Hermione, Ron ve Draco’nun öğrenci başı seçilmesi farklı işlenmiş.Harry buna çok bozuluyordu.Hatta bunalıma giriyordu. * Harry Potter’ın McGonagall’dan meslek danışmanlığı dersi alması ve Seherbaz olmak istemesi filmde yok. * Quidditch maçında Harry cezalı olduğundan katılamıyor,bir şekilde Ron kalecilikte harikalar yaratıyor ve bunun sihirle olduğunu sanırken,öyle olmadığını anlıyor.Filmde ise maçtan söz bile edilmiyor. * Hagrid’in devleri ikna etmeye gitme sahnesi bile zahmet edilip çekilmemiş.oysa son derece uzun,ayrıntılı ve heyecanlı savaşlar ve entrikalar içermekteydi. * Tonks ve Lupin arasındaki aşka ait hiç bir detaya yer verilmemiş. * Dırdırcı olayı(Lunanın babasının çıkarttığı doğruları yazan gazete) tamamen atılmış. * Rita Skeeter söyleşisi filmde yok. * Zihnebend meselesinde düşünseli yok.oysa Harry burda,Snape in düşünseline girerek aslında babası ve Siriusun Snape e ne kadar haksızlık ettiklerini görüyor ve babasının dürüstlüğünden bile şüphelenmeye başlıyordu. *Ronun ağabeylerinden birisi,sihir bakanlığında çalışmakta ve Harry e de Weasley ailesine de haince bir yaklaşım içinde görülmektedir.Filmde,buna dair en ufak bir dokundurma bile yapılmamış. *Fred ve George,okulu birbirine katıp terkettiklerinde,ona tüm okul hatta Peeves ve prof.Mc Gonagall bile yardımcı olurken,filmde bu işlenmemiş.Üstelik ikizler okulu terkederek,bir şakacı dükkanı açıyorlar.Bu da filmde gözardı edilip unutulmuş bir ayrıntı. (Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)

IMAJ MAKER'INIZ ISBASINDA

*Yaz geldi,her tarafta bir düğün,nişan,söz,kına gecesi,sünnet,yaza merhaba,kışa veda partileri,bir telaş,bir eğlence merakı...
Bizler için de vitrin bakmak,yeni bir şeyler satın almak için bahane işte,ne güzel.Erkekler için hayat ne kolay,çek altına keten pantolonunu,ya da en koyu takımını,giy içine beyaz gömleği,altına da gıcır bir ayakkabı,hadi yallah. Kimse,bu adam geçen toplantıda da bunu giymişti demez çünkü erkekler böyle şeylerle pek ilgilenmez malum.İlgilense ne olacak,zaten başka seçeneği mi var,lacivert,gri,siyah ya da krem.Erkek dediğin,cemiyet içinde ağır renkler giyer,oldu bitti işte.Bir de parlak traş,bir iki fısfıs traş sonrası. Hayatım ben hazırııııım! Bizim işler öyle değil.Bir hafta ,bazen bir ay öncesinden başlar ne giyeceğim telaşı. Hepimizin ama hepimizin,o gece,giyecek hiçbir şeyimiz yoktur! Beyefendiye göre,dolap elbiseden yıkılıyordur,giysek ya işte onlardan birini. Ama o etek demodedir,o bluzu daha yeni giymişizdir,öbür elbise şişman göstermektedir,şu pantolonun üzerine ise hiç bir şey uymamaktadır.Hele şu ayakkabılar…Iyyy!! İğrençtir,hiç o kıyafetin altına gider miymiş? Bir zamanlar benim de doğum sonrası on kilom fazla iken ve onları göbeğimi içeri çekeceğim de saklayacağım diye neredeyse sırtımdan kambur olacak şekle dönüştürebileceğim haldeyken,siyahtan vazgeçmezdim,dolabım kara çarşaflı gelinin dolabına dönmüştü. Neyse çok şükür azimle ve sporla onlardan kurtulduk hatta şimdi birkaç kilo eksiğim bile varmış ama ben bunu çevremden duyabilmek için ne eziyetler çektim,o da ayrı bir konu.Zaten konu da bu değil,asıl demek istediğim ne kadar siyah giyersen giy,o kilolar asla birilerinin gözünden kaçmaz. Nedense biz hatunlar olarak,birisiyle uzun süre sonra ilk kez karşılaşıyorsak,hele de bu bir hemcinsimiz ise,o ilk karşılaşmada,genelde zaten onun ne giydiğinden çok,vücut kitle endeksi ile ilgili bir göz değerlendirmesi yaparız.Bu bizim genlerimizde şifreli bir davranış şeklidir.Plajlarda bile durum budur,erkeklerden daha çok süzeriz etraftaki mayo ve bikini giydirilmiş selülitleri.Bizden kötü durumdakileri görüp sevinir,daha iyi durumdakileri görüp iç geçiririz. Dağıtmayayım konuyu,işte o cemiyet hayatındaki ilk karşılaşmada, -Ay,hayatım özlemişim,mucuk mucuk,nerelerdesin…(saç modeline şöyle bir bakış) Sorma sorma,iş güç,çoluk çocuk işte…(makyaja göz atış) Ay evet,ben de çok memnun oldum,bak görüşelim artık(bel,göğüs ve basen ölçüsünü tahmin edici kaçamak bakışlar) Seni çok iyi gördüm..dur bakayım..Sen kilo mu aldın?(Inınınıııın! İşte o can alıcı cümle!) O andan itibaren ağzıyla birileri kuş tutup ta size getirse,boş.Moral gitti artık.Boşuna giydiniz o siyahları,o cendere gibi korseleri .Farketti işte,birileri fark etti! Siz; " Yok…gazım var…ehu ehu,bu etek böyle gösteriyor…yok canım ben aslında kilo verdim,ya da özel günümdeyim de su tutuyorum…" falan gibi iç güdüsel tüm bahaneleri kafanızda sıralayıp hangisini söylesem diye sıkınırken,o uzaklaşıp gitmiştir bile. Arkasından poposunu süzersiniz."Sen önce kendi arkandaki hava yastıklarına bak,yumuk! " Ne özene bezene yaptırdığınız makyaj,ne özene bezene yaptırdığınız saç tuvaletiniz,ne de özene bezene satın aldığınız muhteşem ayakkabılarınız içindeki pedikürlü ayaklarınız,tek bir iltifata mahzar olamadı işte. Ama o makyaj,azıcık terden aksın da görün.Anında "makyajın akmış" diye şakadanak lafı nasıl yapıştırıverirler.Bre kadın;o makyaj bir saat önce kusursuz ve muhteşem iken fark etmedin ve tek bir iltifat etmedin de,göz pınarımdaki bir damlacık siyahlık mı seni rahatsız ediverdi? Ey feministler uyanın! Kadının düşmanı aslında erkekler falan değil,yine bizzat kendi hemcinsleridir.
Kadın kadının kurdudur!Buyrun size fırından yeni çıkarttığım dumanı üzerinde bir ata sözü.
Erkekler, senin o davette,bütün olarak hoş olup olmadığına bakar.Hanımlığına,zerafetine,renk uyumuna,ortama uygun giyip giymediğine de bakar,o da belki!(Aslında bu yazıyı okuyan erkeklerin hatunun neresine niye baktıklarını açıklamaları beklenmemektedir!) Birazcık neşeliysen,bir erkeğin gözünde sıcak kanlısındır,ama hemcinsine göre " yırtık " İçki içersin,erkeğin gözünde,erkek gibi içiyor,helal olsun,olur,hemcinsine göre " ayyaşlar gibi " Suskunsan,erkeğin gözünde,hanımefendi olursun,hemcinsinin yorumu " soğuk nevale " Hareketliysen,erkeğin yorumuyla çok eğlenceli,hemcinsinin yorumuyla " hafif meşrep" Erkeğe göre,kendine güvenli,hemcinsine göre " kendini beğenmiş" Erkeğe göre,şık ve karizmatik,hemcinsine göre "rüküş…frapan" Bu yüzdendir,kadınlı erkekli cemiyet eğlencelerinde çoğu çiftler aynı kadın yüzünden çok tartışmıştır. Ha ,bir de bu cemiyet ortamlarında ,kendini bir türlü o ortama ait hissedememe sendromu vardır ki belki de çoğunuzun başına gelmiştir. Abartmadan,sade ve basit bir şeyler giyer gidersin,bir bakarsın,millet Cumhurbaşkanlığı Köşkünde Cumhuriyet Balosuna gelir gibi giyinmiş.Hadiiii! Kendini sıradan ve değersiz bir ev kedisi gibi hisseder,bir köşede pısar durursun bütün gece. Sonra bir başka ortam olur yine,bu kez önceki hatayı yapmayayım biraz kokoş olayım ne var ki ,dersin.Gider bakarsın ki millet kırsalda açık hava kahvaltısına gelir gibi bir sporluk,bir sadelik.Hatta senin o kokoş saçını ve makyajını görüp te akşam sahne alacak solist hanımefendi sanan garsonlar bile çıkabilir yani. Oysa her iki durumda da ,aslında şu hakimdir; Hangi ortamda,hangi kıyafeti giymiş olursan ol,küçük dağları ben yarattım,istersem hepsini yıkar yine yaratırım edasını takınmayı başarabilirsen ,tamamdır. Etrafa biraz soğuk,biraz küçümseyici,biraz eleştirici bakışlarla baktın mı yırttın demektir.İşte buna karizma diyorlar. İmaj hiç bir şeydir,karizma her şey. Bakın bakın,karşıdan o sizi geçen davette sinir eden hava yastıklı hatun geliyor,yaklaşın yanına,vurun yüzüne en bariz kusurunu.Oh,tamam işte,bu gece sizden daha muhteşemi,sizden daha mutlusu,sizden başka gecenin yıldızı olmayı hak edecek tek bir hatun bile yok.İntikam baldan tatlıdır,vurun kadehlerin dibine! Sizi o elinizdeki drink bardağıyla biraz yalnız bırakıyor ve kameralarımızı boğazın eğlenceli mekanlarına çeviriyoruz efeeem..Hepinize cemiyet hayatında bol karizmatik geceler diliyorum. (Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)

KUAFÖRLER VE TUHAFÖRLER

Hayatta üç yerde bulunmaktan hep nefret ettim,halen de ederim.
1-Fotoğrafçı 2-Jinekolog 3-Kuaför Bu üçü,imkanım olsa,hayatım boyunca görüşmek istemediğim üç meslek erbabı…Bir nolu arkadaşı,bir köşe yazımda anlatmıştım,düğün fotoğrafçısı rolünde..İki nolu olanı ise ömrümün sonuna kadar görmek istemem ama vücuda söz geçmiyor..Bünye istiyor derler ya ,işte öyle. Üç numaraya gelince…Ne yazık ki toplum hayatı gereği, arada bir de olsa,selamlaşmak zorundayız hepimiz..Ama mesleği kuaförlükten tuhaförlüğe terfi ettirmiş olanlarına müdavimseniz,eyvah! Gider,adama uçlarından hafifçe al dersin.Siz koltuğa oturana kadar,o sizi en centilmen ve kibar haliyle karşılar.Ama önlüğü boynunuza geçirip,işkence aletlerini eline aldığı anda,o artık kabusunuzdur.Aynaya gözlerinizi dikip de bir adamın tüm hareketlerini en ince ayrıntısıyla gözetlemek zorunda olduğunuz başka bir durum veya an var mıdır?! Asla ama asla,uçlardan biraz almayacaktır.Ya allem kalem edip,son model kesimlerden birini sizde uygulamaya ikna eder ve siz bir saat sonra sokakta,aynı imalathaneden çıkmış bez bebek misali yüzlerce benzerinizle beraber yürüyen," her on kadından dokuzu" grubuna ait biri olursunuz. Yada hiç allem kallem etmeden,direkt dalar saça.Kafanız üşümeye başladığı anda anlarsınız adamın hayal dünyasındaki kafaya sahip olduğunuzu ama iş işten geçmiştir..Saçlarınız,yerde,çırağın süpürgesini beklemektedir artık. Katalogdan özene bezene seçtiğiniz ve işte bundan olacak diye gösterdiğiniz modelden ya sizi vaz geçirir,ya da tamam anladım deyip işe koyulur. O andan itibaren size tek soru sorulmaz.Hatta bazıları,karışmanıza sinirlenebilir bile.
E,adam sanat eseri için mermer yontuyor ya,sanatçının konsantresini bozmamak lazım. Sonra ,tamam der.Aynayı alır arkanıza tutar.
!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!!
Anlattığı ve gösterdiği modelin aynısını,kuaför aynasında görüp de bu mutluluğa eren biri oldu mu hiç acaba?Bu saadeti yaşayabilmiş kaç kadın vardır hayatta? Hele bir davete,gece davetine falan gittiğinizi söylemiş olma gafletinde bulunduysanız,iş daha da vahimleşir.Bir tuzluktan üzerinize size sormaya bile gerek duymadan,rengarenk simleri boşaltmıştır bile.Bunu başaramamışsa,mutlaka parıltılı tokalar,iğneler,hatta çiçek böcek takmak için ısrar eder durur. Kuaförden, gece için saç yaptırıp çıkan ve utanmadan sokaklarda yürüyebilen hiç kimseyi tanımadım şimdiye kadar.Dilerim varsa bile bir gün anılarını kitaplaştırıp,yayınlarlar! Zorla saçına krem,bakım yapar..Bacağında bir tanecik ayva tüyü görse,ağda bölümüne ikna etmeye çalışır.Makyaj yapalım diye tutturur. Hele o saç yıkamacı çocuk..Bir eli kafanızdayken ,gözleri salonun içinde fel fecir dönmekte olduğundan,kafanızı haşladığını yada soğuktan dondurduğunu bile fark etmeden,bir de üstüne boyun ve omuzlarınıza duş aldırmaya kalkışır…Aynen föncü çocuğun yaptığı gibi.Ama ben anladım artık,onun asıl görevi,fön değil,bönlüktür..Bön bön sağa sola bakarak saçlarınızı yolsun diye maaş almaktadır. Saç renginiz koyuysa,tüm kuaförlerin tu kaka listesindesinizdir bir kere!Hatta bunun için dernek bile kurmuş olabilirler zannımca. KO-RE-SA-BA-GÖL-İK-DER… "Koyu renk saçları balyaj veya gölgeye ikna etme derneği" BİR-AR-GE-BA-YA-DER… "Bir ara gelin de bakım yapalım derneği" BİR-AR-U-SA-KA-KE-DER… "Bir ara uğra da sana kat keselim derneği" Eminim hepsi bu derneklere gizli gizli üye olup,müşterinin saçları nasıl eyvah çığlığına dönüştürülür konusunda ve müşteriyi etkisiz hale getirip ona istemediği şeyleri kabul ettirme konusunda,sıkı çalışmalar içindeler. Son derece moralli girdiğiniz salondan,öyle mutsuz ve hüzünlü ayrılırsınız ki.. Adam sizi değiştirmek için o kadar dil döker,bir de arkasına aldığı dernekleriyle bunu öyle güzel başarır ki,demek ki çok çirkinmişim,bu kadar değiştirmek istediklerine göre….diye ağlaya ağlaya kuaförden evinizin yolunu tutarsınız..
Ha bir de üstüne para vererek! Föncünüzün ya da yıkamacınızın bahşişini unutmadınız,değil mi? (Tüm kuaför okurları,kuaför yakınlarını,kuaför eşlerini buradan tenzih ederek,bu yazıya mizah gözüyle bakmalarını temenni ederim..)
Dippas sos=Bu yazıda kullanılan görsel malzemeler tamamen rastgele seçilmiş olup hiç bir kişi ya da kurumsal kimliği hedef alma amacı taşımamaktadır.
(Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)

HER ÖLÜM BİRAZ DAHA VAR OLMAKMIŞ

*Özlemek,insani acıların en korkuncu.Özlüyorsanız,bir şeyleri kaybetmişsiniz demektir.
Çok sevdiğim arkadaşım,babasını anneler gününde kaybetmişti. Birden gelmişti ölüm haberi.Uzun zaman oldu,hala beraber sohbet ederken,gözlerinin ıslanmasına engel olamaz.Özlemek,insani acıların en korkuncu çünkü.Özlüyorsanız,bir şeyleri kaybetmişsiniz demektir. Her ölüm erkendir,diyor şair dizelerinde.Evet,her ölüm acıtır.Kendi annemin ölüm haberini aldığım günleri hiç unutmadım.Tatildeydim ve bir gece önce,ona döneceğimi söylemiştim telefonda.Aslında hasta olan babamdı.Kalp ameliyatı geçirmişti ve tüm aile üzerine titrerdik. Yol yorgunu kendimizi eve atıp, derin uykuların dipsizliğinde dinlenirken kapı çalmıştı.Ağabeyimin gözleri şiş şiş,kıpkırmızı.. -Babam hasta,hadi hazırlan..Seni istiyor yanına.. Baba evine vardığımda,kapının önündeki yüzlerce ayakkabıyı görünce,babamı kaybettiğimizi düşündüm.O eve girmek istemedim.Arkamdan iteklediler.İçeri girdiğimde,babam salonda oturuyordu,kalabalığın ortasında.Onu sağ görünce,oh,şükür dedim. Şükretmek için çok erken davranmışım.Giden,annemmiş.Hiç bir şey demeden,elveda demeden,gözlerine bakamadan. Bir ergenlik buhranında yüzüne haykırdığım cümle gerçekleşmiş. -İnşallah,yüzüme hasret gidersin! Bu cümle,hayatımın merkezine oturdu o gün.Pişmanlıklar…geri getirilemeyecek yaşanmamışlıkların,geri getirilemeyecek özür dilemelerin acısı… O günden sonra anladım ki,aslında her ölüm biraz daha var olmaktı. Annem,sağken,sadece bulunduğu yer neresiyse,oradaydı.Ama aramızdan ayrıldığı anda,birden her yere gelip yerleşir olmuştu. Garip bir yok oluşun, garip bir var oluş biçimi. Yoksun ama her yerdesin! Eskiden ertelediğim,ona söylemek için hiç de acele etmediğim ne varsa,gidip mermerle çevrili yeni evinde,kavak ağaçlarının hışırtısı altında ona anlatma isteği oluşuyordu.Gidemezsem bile,yanımdaydı artık,duyabilirdi beni heryerde...Anlattım…anlattım..anlattım…Hayatımdan çıkıp gittikten sonra,tamamen benim hayatıma oturmuş olan kadına,hissettiğim ve yaşadığım her şeyi anlattım. Oysa hayatta olsa,aman üzülür,aman şimdi evham yapar diye kendisinden bir sürü şeyi gizleyecektim.Ölüm,beni de onu da özgür kılmıştı.Telefonlaşmadan,randevulaşmadan,canımızın istediği her yerde dertleşebilir olduk.Ben anlattım,o dinledi. Akadaşıma da söyledim bunu..."Eskiden babanı bu kadar çok düşünür müydün?",dedim.
Ölümün de bize öğrettiği şeyler var.
"Ölüm,aslında birisini tamamen hayatının en gizli en kuytu köşelerine alıvermeyi sağlıyor,değil mi?",diye sordum. Ölüm,bize geçmişi tamir edememeyi ama bunun da yaşanılması gereken bir şey olduğunu öğretiyor.Hayatlarımızın kırılma noktalarını keşfetmeyi öğretiyor.Her ölümde olmasa da ,ölümlerin birinde,mutlaka bir aydınlanma çağı yaşıyorsunuz.
Ölümü ölenin değil,yaşayanın tadabildiğini mesela...
Her canlı ölümü bir kez tadıyor sahiden de.Ölen,değil...Canlı olan tadıyor,çünkü ölen öldüğünü idrak edip de ,ölümü tatmış olduğunda,canlı değil artık çünkü. Yaşarken,sağken,nefes alıp verebiliyorken,toprağın soğuk nemiyle randevuya daha çok zaman varken,insanlar, sadece bulundukları yeri dolduruyorlar.Oysa ölüm,o şeyi öyle büyütüyor,öyle ölçülemez hale getiriyor ki,artık bulunduğu yerden çıkıp,tüm evreni,tüm odaları,tüm çevrenizi dolduruyor. Ölüm insanı büyütüyor.. Kalanı da,öleni de... Kalan,ruhen büyüyüp olgunlaşıyor,ölen ise geride kalanların hatıralarında büyüdükçe büyüyor. Büyümenin binbir çeşit yollarından birini de bu şekilde öğretiyor. Ölüm,gidenin, aslında bir daha asla ölmeyeceğini de öğretiyor. Ölümün de insanlara bir şeyler öğretebileceğini öğretiyor. Aslında hiç ölmemek için,bir kez ölmek gerektiğini... Her ölüm,biraz daha var olmakmış… En önemlisi de bunu öğretiyor.

KALBE TEKNOLOJİ DEĞMEMİŞTİ HENÜZ...

Seni uzaktan sevmek,aşların en güzeli....diye bir şarkı vardı bir zamanlar..Belki de 30 yaş üzeri pek çoğumuzun aşk biçimini anlatırdı bu şarkı. Sevdiğini bir kez olsun görebilmek için çekilen o eziyetler,el altından mektup yollamalar,gizli bakışmalar,bir yerlerden telefon bulup gizlice aramalar.. Sıralara,ağaçlara kazılan üstü örtülü aşk ilanları..
Zaman ilerledi..Sevdiklerimizin suretlerini cep telefonlarının ekranlarına,bilgisayarlarımızdaki sanal albümlere hapsetmeye başladık önce.. Artık onun sesi olmasa da olurdu,mesajlaşma diye bir şey çıkmıştı.Bir kelimeyi,bir cümleyi söylerken,sesinin tonu,yüzünün ve gözlerinin ifadesi olmasa da olurdu artık... Dıt...dıt...mesaj geliyordu ve ne dediğini ekrandan okuyup,yüzünü ve sesini önemsemeden,ya da sadece hayal ederek kabullenir olmuştuk her şeyi. Ağaçlara,sıralara kazınan kalpler,artık dijital elektronik post card larda tekrar hayat bulmuştu. Sonra kameralı sohbetleri keşfediverdik..Ne kadar uzakta olursa olsun,işte açıyorduk web-cam i ve pc mizin üzerindeydi artık o aşık olduğumuz suret.. Kokusunu,tenini,ellerinin sıcaklığını boşvermiştik artık.Piksel piksel yüzümüze gülümsüyordu ya ordan,bilgisayar ekranından..o da yeterdi bize. Sonra zamanla unuttuk birlikte martılara simit attığmız gemi güvertelerinin iyot kokulu aşk nefesini.Mahalleye yakın yerde birbirimizden kaçamak öpücüklerle ayrılmanın benzersiz heyecanının yerini ,smileyler aldı,muucck yazan sembolleriyle. Dijital davetiyeler yolladık eşe dosta,evleniyoruz,sözleniyoruz diye.. Dijital kameralarla çekilen düğün fotoğraflarımızı da hapsettik sonra o pc lere.. Artık yanyana idik ama bir şeyler eksikti..Bir şeyler yolunda gitmiyor muydu ne? Azıcık dayanıp,sonra bizler de o eski sevgilerin artı k yaşanmadığını söyler olduk sağa sola. Çünkü ten vardı eski sevgilerde..Böyle her canın istediğinde,onun kalbini kırmak,onun kalbini acıtmak için mesajlara saldırmıyordu eski sevgiler.Onu bir kez daha görene kadar iyice düşünüyor,hata yapacaksa bile bundan dönecek kadar vakti oluyordu. Her özlediğinde,seni çok seviyorum mesajlarıyla pörsütemiyorlardı sevgi sözcüklerini.Yanyana,dizdize gelemeden birbirlerinin gözlerinin içine bakamadan bunu ifade etmenin bir yolu yoktu çünkü.. Kalplere teknoloji değmemişti henüz. İlişkiler yanyana,ten tene,göz göze yaşanıyordu ve o gözlerin seni aldatması zordu.O sıcak ellerin sana dokunuşundan anlıyordun ne hissettiğini.Kandırılman zordu. Hasrettin sevdiğine ve bu hasret ancak evlilikle veya nişanlılıkla biraz deva bulabiliyordu.Tek çaren,onun bedenen ve ruhen yakınında olmaktı.. Kalplere teknoloji değmemişti henüz... Sevgini cepten ya da netten şarkı göndererek değil,aşktan titreyen sesinle söylemeye çalıştığın, " seviyorum seni
ekmeği tuza banıp
banıp yer gibi"
mısralarıyla ifade edebiliyordun... Seslere teknoloji değmemişti henüz... Yatak odana teknoloji değmemişti... Dijital kalp pilleri üretilmişti evet,ama dijital kalp çarpıntısı,yapay kalp acısı üretilemedi... Üretilemeyecek!
Kalbin sesindir.
Onu ancak canlı sevgilerle yaşatacaksın. Saçların çok hoş yazmadan,mesaja...saçlarına dokunacaksın.
Güzel gözlüm diye kaydetmeden rehberine,gözlerine kendi gözlerinle dokunacaksın.. Kalp kanıyla ve tüm sıcaklığıyla yaşamaya devam edecek.. Sen bileceksin.... ...ama yapmayacaksın.. (Bu yazı sanal ortamda,klavye ve tuşlarla yazıldı..Ama dijital olmayan bir kalbin sesiyle)
(Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)