sağtık

KAVAK YELLERİ,KABAK YELLERİ OLDU

Kavak Yelleri'ni izlemeye başladığımda,Urla'da bulunuyordum ve dizinin orada çekildiğini öğrenince,herkes gibi belki tanıdığım mekanları görürüm merakı ile izlemeye başlamıştım. Sonrasında ise dizi sıcak konusu ile pek çok kişiyi olduğu gibi beni de sarıverdi. Ama bunlar,tıpkı bir Mardin'e bir İstanbul'a sürüklenip duran,hava koşulları nedeniyle en uygun iklime göre senaryosu değiştirilen Sıla'daki gibi,Urla'yı bırakıp,İstanbul'a göçüverince,Kavak yellerinin yerini iyice kabak tadı almaya başladı. Aynı liseden mezun ve dersaneye falan gitmeyen dört gençten üçü İlle de İstanbul'da farklı bölümlerde okullar kazanabiliyorlarken,Efe bir baltaya sap olamadı hala.Neden İzmir'de değil de onca sıkıntıya,evsizliğe,masrafa katlanıp yanıbaşlarındaki İzmir'den birer okul yazmadılar ,bu zaten dizinin ilk kafa karıştıran yönüydü. Zaten dizi bir yaz dizisiydi ve tutunca senaryolar değiştirildi,böylece spontan ve araştırılmayan fikirlerle uydurma senaryolar furyasına balıklama dalıverdi. Öyle saçmalıklar ve öyle amaçsızlıklar dikkati çekmeye başladı ki izlerken artık bu kadar özensizliğe de pes diyor insan. Bir kere dizide zaman sorunu var. Deniz şubat tatili diye habire evde uyuyup dururken ve senaryo yazarken,aynı Şubat tatilinde,Aslı okulda,hocasından fırça yiyor. Aslı,Mine ve Su okullarına başladılar tatil bitti ancak Deniz hala daha okula adımını atmış değil. Aslı'nın bir tıp fakültesi öğrencisi olarak o kadar çok boş vaktinin olması ve her fırsatta Deniz ve Efe ile boş gezenin kalfası oynaması zaten gerçekten çok uzak. Aslı'yı evde ders çalışırken gören oldu mu hiç? Efe'nin saçma sapan fikirlerle okumaktan vazgeçmesi,diziyi izleyen binlerce gence yanlış mesaj vermiyor mu? Üstelik de o saçma fikirlerle para kazanması,ikinci yanlış mesajı vermedi mi? Okumazsanız okumayın,eninde sonunda yırtacaksınız!!! gibi bir mesajı? Aslı'nın vakit yokluğundan dolayı(her şeye vakit buluyor da Deniz'in senaryosunda oynaması gerekince vakti olmuyor) Deniz'in çekeceği kısa filmde oynayamamasını hadi sindirdik diyelim.E vakti olmayan kız yine çekim esnasında oralarda dolanıyor,yiyecek falan alıp ekibi doyurma görevine soyunuyor?Orada duracağına oynasın ya!!! Hem filmde ben oynayamam diyor,Denizin evinden oyuncu kız Duygu'yu arayıp ona teklif götürmeye gidiyor,gidince Deniz'in yarışmayı kazandığı müjdesi olan zarfı kapıp Denizin çalıştığı kafeye koşuyor.Ama aslında kendisisin araması gereken Duygu'yu orda yeni oyuncu adayı olarak görünce de bozuluyor.E şimdi bu ne perhiz bu ne lahana turşusu kardeşim! Efe'nin ağabeyi ile Yengesi yani Metin ve Gönül sözümona hafta sonu evlerini taşıyorlarken,her ikisi de işyerlerinden gelen telefonla işlerine koşuyorlar.Ama hem haftasonu vurgulanıyor hem de aynı gün Mine ve Su okulda kantinde muhabbetteler.Bu dizideki okullar hem şubat tatilinde hem de haftasonlarında açık galiba. Ayrıca haftasonu polis memuru Metin yeni ekip arkadaşıyla tanıştırılıp hop göreve yollanıyor,hani Metin ev taşımak için izin kullanmıştı? Yeni görevi de sokaklardaki kapkaççıları yakalamak ama komiserin bir şartı var,normal insan gibi değil,sevgili gibi,karı koca gibi davranmaları gerekiyormuş. Sanki evli çiftleri dolandıran bir şebekenin peşindeler!!! Ya da sanki kapkaççılar sadece çift olanlara musallat olur!!!! Kadın polis tek gezse de yem gibi,Metin onu arkadan takip etse olmuyor mu? Mine,adı Cem Ergun olan babasını arıyor,sadece adını biliyor çünkü.Annesine bir telefon açıp da babamın mesleği neydi diye sormaktansa,internetteki tüm Cem Ergun adlı meslek erbablarından telefonla randevu almayı daha kolay görüyor! Ya da anneannesine soramaz mı yani babam ne iş yapardı,biliyor musunuz diye? Sanırım artık Efe'nin abartılı esprileri,Aslı'nın ekran başındakileri çıldırtan kıskançlıkları ve Deniz'e nefes aldırmayan hastalıklı sevgisi,Aslı'nın babasının ve ailesinin üç karış bostan yan gel yat osman misali Ayşe Hanımların köşküne yerleşmeleri,üstüne Su'nun,Bilal'in de gelip orda yaşamaya başlamaları,yeni doğan bebek falan derken koloni halinde yaşanan insanların dağınık hikayelerinden oluşmuş inandırıcılıktan uzak senaryo iyiden iyiye kabak tadı vermeye başladı. Dizinin amacı nedir,neyi anlatıyor,bir grup gencin hayatla sınavını mı,bir grup gencin sıkı arkadaşlık anlayışını mı,bir grup gencin gününü gün etme,olmayacak hayaller peşinden koşup koşup bir yerde duvara toslamasını mı? Bakalım haftaya ne olacak diye merakla beklenen akıcı bir hikayeden yoksun bu dizinin artık birbirinden haberdar ve spontan gelişmeyen fikirlerle senaryo yazacak iyi senaristlere ihtiyacı var diye düşünüyorum çünkü kavak değil kabak yelleri esmeye çoktan başladı. Dizinin kaliteli olan tek şeyinin ise Pinhani'nin ve arada bir Şebnem Ferah'ın güzel müzikleri ve youmları.O kadar!

İVEDİK SENİ SEVEMEDİK

Filmi ilk günde bilmem kaç bin kişi izlemiş,yer bulmak zormuş,bir hafta önceden biletlerin tükendiği seanslar varmış,espriler halkın diline sakız olmuş...falan filan.
Filmi henüz izlemedim,izlemeye de niyetim yok,çünkü hem fragmanından hem yorumlardan hem anlatılanlardan anlamış bulunuyorum ki benim kaliteli film,iyi hikaye,iyi komedi,kaliteli ve ince espri anlayışıma uymayan bir film için zaman harcamak istemiyorum.
Önyargılı mıyım?
Belki?
Ama ön yargılara kapı açmak istenmeseydi,filmlerin fragmanları hazırlanıp filmler henüz vizyona bile girmeden internette dolaşıp durmazdı,diye düşünüyorum.
Demek ki neymiş,fragmanı ve yorumları izleyerek önyargılı olma hakkımı kullanıyormuşum.
Filmi eleştirmek için izlemem gerekir evet bu nedenle eleştiri falan yazacak değilim.Sadece, bir kıllı öküzün (bu öküz benzetmesi bizzat Şahan Gökbakar'ın kendi yorumudur) bu günkü şartlarda,hatta facebooktan bile haberdar olabilme ve üye olabilme lüksüne sahip bir öküzün,bu çağda hala o kıllar,o tek kaş, o(yapıştırma ve beceriksiz) sakal,o( gerçekten fersah fersah uzak gözü rahatsız eden acemi makyaj ile elde edilmiş,daha doğrusu elde edilememiş )vücut kıllarıyla,nasıl bir medeni cesaretle ortalarda dolanabildiğine,niye kendisini baştan yaratabilecek işinin ehli bir erkek berberine uğramadığına şaşıyorum.Madem yarattınız bir tip,azcık mantığa uydurun kardeşim,demezler mi adama?
Nasıl oluyor da ,artık elli yıl öncesine ait dediğimiz,Murat,koyayım da turat türünde esprilere gülünebiliyor,seyirci bir kaç kilo kıl ve onu taşıyan bir maganda izlemek için böylesine hevesle sinema salonlarına koşuyor?Koşsun,her filmin izleyici kitlesi vardır ona da bir şey demeyiz ama,onca kaliteli yapım bu kadar ilgi görmez,bu kadar gişe elde etmezken,filmin bu kadar ilgi görmesi sosyolojik bir olgudur,kesinlikle araştırılıp ehil kişilerce analiz edilmesi lazımdır diye düşünüyorum.
Bana beğendiğin filmi söyle,sana kim olduğunu söyleyeyim!!
Kuzey Avrupa ülkesi değiliz ki bu kadar kıllı herif olur mu yahu deyip de meraktan sinema salonunu dolduralım.Türkiye burası,yurdumun halk plajlarında zaten her zaman görebileceğimiz,ormani tipte birinin abartılmışı işte.
Bir zamanlar Fırt dergisi vardı ve orda bir Arap Kadri vardı...Bilmiyorum hala çıkar mı o dergi ama arap tam bir maganda Türk yansımasıydı.Şimdi bu Recep karakteri,işte onun dış görünüş olarak belli omurgaların ve aynı hayat anlayışının çok azıcık evrim geçirmiş hali.
Yaratıcılık,yok.
Zeka küpü espriler yok.
İçinde bulunulan duruma uyan parlak buluşlu sözler,parlak anlık espri üretme zahmetine katlanılmamış.
Aydemiş Akbaş'ların,Kemal Sunal'ların,Perran Kutman'ların,seneler önce yaptığı,denenmiş,yaratılmış,konuşulmuş,gülünmüş,tüketilmiş tekrarından başka bir tek artısı bile yok.
Bir maganda,modern bir sosyal ortama düşerse,ne olur?Aman da aman,hiç denenmemiş,hiç kullanılmamış,hiç düşünülmemiş yepyeni bir fikir yani öyle mi?
Buna rağmen film rekora koşuyor.
Çünkü,birileri seyredip seyredip,ahan da bu bizim filanca abiye benziyor,aaa bu aynen bizim filanca enişte diyecek.Üstelik sözde Recep ağzı kullanılarak sonradan yapılacak esprilere iyi de bir kılıf hazırlanıyor,ola ki birisi çıkar da amma magandasın derse,şahıs cevabı yapıştıracak,ben değil ulan,bu Recep İvedik esprisi,cahil!!
Bir filmin çok komik olması için,insanın kendi kendine yakalayabileceği çok ince ayar espriler de olmalı,yıllardır internette dolaşıp duran geyik esprilerden çalıntıyla film diyalogları yazılmamalı,seyirci bu zokayı yutmamalı, diye düşünürken,bir yandan da Türk izleyicisinin,sadece üç çeşit akışkanı garanti eden filmleri göğe çıkardıklarını da çok iyi analiz etmiş bir izleyici olarak buna bir yandan da şaşırmamaya gayret ediyorum.
Film izlerken ya gözünüzden yaş akacak,geberesiye ağlayacaksınız ki ,başkalarına tavsiye edin.
Ya gülmekten altınıza işeyeceksiniz ki filmi başkalarına tavsiye edin.
Ya da filmde sular seller gibi kan akacak,silahlar susmayacak ki filmi başkalarına tavsiye edin.
Türk sinema izleyicisinin profili budur.
Bunlardan biri film esnasında kendisinden veya kahramandan akmıyorsa,filme gittiğine pişmandır.
Şahan Gökbakar'ı bir tek şey için tebrik edebilirim.
Normalde son derece entelektüel ve gelişmiş mizah anlayışına sahip bir adam olduğunu çok iyi gözlemlebildiğim için,normalde bu filmi kendisi değil de bir başkası yaratmış olsaydı,normal izleyici olarak kendi mizah standardına uymadığı için ne gider ne de gülerdi,onu çok iyi biliyorum.
İşte buna rağmen Türk izleyicisinin popüler film realitesini çok iyi gözlemlemiş ve senaryo üzerinde ince ince oya gibi uğraşıp emek döken onlarca senariste çalım atmış,taş gibi bir modern Şaban,bir yerli Borat,bir çağdaş Arap Kadri yaratmış ve parayı da vurmuştur.Bu mudur,budur...!
(Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın...)