sağtık

HASTANE TEYZELERİ

Oniki yıllık eczacımız Aysu Hanım’ın tezgahının arkasında, bir karton kutu içerisinde bekleyen onlarca sağlık karnesini ve karnelere lastiklenmiş ilaç torbalarını görünce ilgimi çekti sordum,bunlar ne böyle diye.Dedi ki Aysu Hanım, “Hiçbir hastalığı olmadığı halde,yeni bir klinik,yeni bir hastane açıldığı zaman sadece meraktan ve sosyal ortam olsun diye gidip uyduruktan ilaç yazdıran yaşlı hastalarım var...Hatta aralarında toplaşıp birkaç otobüs değiştirerek bile taa bilmemnerdeki yeni hastaneyi görmek için yollara düşüyorlar.Yanlarına termos,yiyecek,örgü falan alıp pikniğe,eğlenmeye gider gibi hastane,klinik ziyaretine gidiyorlar.Gitmişken de rutin hastalıklarına ilaç yazdırıp öyle dönüyorlar.Bu defterleri gelip bırakıyorlar ama ilaçları hazır olduğunda gelip almıyorlar.Çünkü ilaca ihtiyaçları yok aslında,maksat gezmek” Ağzım açık dinledim.Gülmek mi ağlamak mı gerek bilemedim. AH BİR YAŞLANSAM NELER YAPACAĞIM yazımda yazmıştım aslında yaşlı ve özellikle dul hanımların kendi aralarında sıkı bir grup oluşturup hoppidi hoppidi oraya buraya turlar geziler düzenleyip,herkesten daha sosyal yaşadıklarını. Pek çoğunuz görmüşsünüzdür hastanelerde,bekleme koltuklarında örgüsüyle danteliyle harıl harıl elişi yapan teyzeleri.Elinizde bir kağıtla ne yapacağınızı nereye gideceğinizi kimse bilmese de onlar bilir,size laboratuarın,röntgenin,kayıt memurunun,doktor bilmem kimin nerede olduğunu söyler ,tarif eder…nasihatlerde bulunur. Geçenlerde bir tetkikim için bir devlet hastanesinin genel cerrahi bölümünün önünde kayıt memurunun gelmesini beklerken,bu teyzelerden birisi yanımda pat diye sohbete başladı benimle.Gözüm koridorun kalabalığında, memurun gelişini kaçırmayayım derdindeyim.Teyze ise buna müsaade etmemek için oraya gelmiş oturmuş bunun için de maaş alıyor sanırsınız.Çocuklarının,torunlarının tüm okul ve işyeri sorunlarını bir çırpıda anlattığı yetmiyormuş gibi,yüzümün rengini de beğenmeyerek bana dahiliye doktorlarından kuvvetli teşhisi olan bir tanesini tavsiye etti hatta karaciğerimden şüphelendiğini söyledi.Teyzeden sıkılıp öteki uçtaki banklara oturdum.Bu kez de başka bir teyze yanıma gelip tırnağını çektireceğini,küçük kızının sözlendiğini,kendisine evde büyük evli kızının bakacağını anlatmaya başladı.Operasyondan sonra ayağına giyeceği terlikleri de poşetinden çıkarıp göstermeye niyetleniyordu ki ordan da sıvıştım. Ülen nooluyoruz bende teyzeçeker bir hal mi var acaba diye etrafıma baktım ki benim karaciğer doktoru teyzemle tırnak çektirecek teyzem yanlarına oturan yeni kurbanlarını da ablukaya almış labada lubada habire aynı şeyleri anlatıp duruyorlardı.Başka bir bankta,yan yana oturmuş iki kadın,ultrason sırası beklerken birbirlerine böbreklerinden şikayetlerini sıralıyorlar,birinin ağzından ötekisi lafı alıyor,birbirlerine habire bitki reçeteleri verip duruyorlar.Bitkileriniz bu kadar faydalıysa doktorda ne işiniz var demezler mi adama? Hastaneler bir çeşit terapi merkezi mi acaba derdi olanlar için.Hiç randevu veya sıra almadığı halde,gidip oraya oturanlar da var mı acaba?Muayene olacakmış gibi yapıp insanlarla muhabbet etmeye çalışanlar falan?Ne bileyim belki türbelerdeki toplu inanç terapisi gibi bir terapi oluyordur,kendisi gibi hasta birini görünce oooh diyordur benden beteri de varmış halime şükür falan? Bilmiyorum artık sebebini ama hayatımda hastanelerde,otobüslerde,tatilde orda burada tanıştığım insanlarla boş ve gereksiz muhabbet etmekten hiç hazzetmedim hala da aynı şekilde hazzetmem.Bir daha asla görüşmeyeceğim insanlarla ne diye kelime alışverişi yapacağım ki?Allahım büyük konuşturup ilerde beni bir gün hastane teyzesi yapma inşallah.Amin! Son not=Bizim halkımız onca uyarıya onca habere ve her gün TV de konuşan uzmana rağmen hala hapşırmayı öksürmeyi bilmiyor.Herkes her halükarda ortalığa hapşırıyor,kağıt mendili ancak tuvaletten sonra ellerini kurulamak için kullanıyor.Bir iki kere çantamdan jelimi çıkarıp ellerimi dezenfekte edeyim dedim,bana uzaydan gelmiş A gribi virüsüymüşüm gibi düşmanca ve tuhafça baktılar.Kendimi hijyenik tutmaya çalışarak bu hastane teyzelerine hakaret ettiğimi falan düşünmüş olmasınlar?

İYİ Kİ DOĞDUN

Kendisi için doğum günü partisi düzenleyip alacağı hediyeleri hayal ederek gün sayan arkadaşlarım oldu.Hiç birisinin partisine gitmedim.Bundan on sene önce,henüz doğum günleri hakkında böyle detaylı düşünmezken,giderdim.Hatta belki de doğmuş olması benim için zerrece önem teşkil etmeyen birisinin bile partisinde bulunmuşluğum vardı. Zaman içinde değiştim.Onlar hala bir yerlerde kendi doğumlarını kutsamak ve kutlamak için parti düzenlerlerken,ben onları zamanın bir yerinde terk ettim ve kurtuldum. Bu gün hiçbir kuvvet bana kendim için doğum günü düzenlemek ve kutlamak gibi bir aktiviteyi yaptıramaz. Doğduğu için birisini kutlamak kadar saçma bir şey de yoktur aslında.Her zaman söylerim hatta inatla ve ısrarla söylerim ki doğduğum günü borçlu olduğum kişidir asıl kutlanması gereken.İyi ki doğdun yerine iyi ki doğurdun partisi verilmelidir belki de.Beni doğuran artık hayatta değil.Ama o hayattayken de bir gün bile ona beni iyi ki doğurdun diye teşekkür etmeyi akıl edecek kıvamda değildim. Birisi senin doğmuş olmanı çok önemsiyorsa,sana sürpriz bir şeyler hazırlayabilir,birileri gizlice organizasyon yapabilir,seni sevdiklerini senin doğmuş olmana mutlu olduklarını bir göstermek için,DOĞDUĞUN için onların yaşamında bir anlam ifade ettiğini sana hissettirmek için sana bir şeyler hazırlayabilirler.Buna karşı gelmem, hatta benim için bir şey ifade ediyorsa o kişi (ki böyle kişiler azdır hayatımda) organizasyonu ben bile hazırlayabilirim.Ama birisinin telefon açıp da şu gün şurda doğum günümü kutluyoruz gel demesi benim için hiçbir şey ifade etmediği gibi özellikle de asla gitmem gidip de kutlayasım varsa bile zaten kendisine parti veren birisiyle neden görüştüğümü sorgular dururum.Yakın arkadaşlarımdan hiç birisi çok şükür böyle bir avamlık,böyle bir megalomanlık böyle bir alt zeka düzeyi ve böyle bir şovmenlik dürtüsü içerisinde değil. Doğum günü partileri henüz onbeş onaltı yaşını doldurmamış ya da tam doldurmak üzere olan çocuklara yakışan bir şey.Daha doğrusu doğduktan sonraki onbeş onaltı sene içerisinde kutlanması sevimli olan bir şey.Nedir,işte çocuk için sosyalleşmenin,sevdikleriyle bir arada günün en önemli kişisi olarak bir aktivitenin içinde başrol oynamanın güzelliğini yaşamasının bir gereği.Ama ondan sonraki yaş dönemlerinde sosyalleşmek adına böyle bir organizasyon düzenlemek oldukça bayağı ve popülist bir yaklaşım. Doğum günü partisi bittikten sonra kendisine getirilen hediyelerin mali değerlendirmesini yapıp arkadaşlarına kıymet biçen insanlar tanıdım hayatımda.Tiksinerek ve pişman olarak,keşke doğmasaydın,keşke ben de bu iğrençliğin içinde bulunmasaydım dediğim oldu.Hatta lisede,doğum günü partisi yapmadığım için beni kutlamayan çok yakın bir arkadaşım bile vardı.Kendisine,doğum günümde bana bir öpücük bile hediye etmedin,beni kutlamadın dediğimde,sen pasta kesip bizi misafir ettin mi ki bana hesap soruyorsun diye cevap almıştım. Tek istediğim iyi ki doğmuşsun,iyi ki varsın diye beni kucaklayıp dostluğunu göstermesiydi oysa. Hala da bugün, doğum günlerimde tek bunu beklerim sevdiklerimden.Doğduğum için mutlu olmayan ,doğduğum günü bile hatırlamayan zaten benim hayatımda niye var ki,bunu da sorgularım bir yandan. Herkese ama herkese,doğuran kişiyi unutmamalarını,doğdukları için mum üfleyip parti vermeden de sevilip sevilmediğinizin muhasebesini yapabileceklerini hatırlatmak istedim.Bu yazıyı okuduğu gün doğmuş olanlara da ömür boyu gerçek dostlarıyla gerçek hayatlar yaşamalarını dilerim…

Bİ FOTOĞRAF ÇEKİNEBİLİR MİYİZ?

 

(Baş not=Başlık elbette ki yanlış yazılmıştır.Halk arasında çok kullanılan yaygın bir söyleniş biçimi olup,doğrusu,Bir fotoğraf çektirebilir miyiz?' dir)


Laf olsun diye fotoğraf çektirilmesine çok kızarım.

Fotoğraf,çok güzel bir anın hiç unutulmasın diye belgelenmesidir.
Bir daha kolay kolay tekrarı olmayacak bir şeyin görsel hafızaya kaydedilmesidir.


Web cam’in karşısına saçını başını yapıp makyajını kontrol edip oturan ve bin bir tane anlamsız kendi fotoğrafını çeken insanlar bana çok komik ve zavallı gelir.


Bir de başkasının kamerasında  çekilen fotoğraflara sürekli maydanoz olup asla kendisine ulaşmayacak olan fotoğraf karelerinde yer almaya çalışan foto-manyaklar vardır.


Bunlar sadece fotoğrafının çekilmesiyle ilgilenirler sonradan o fotoğrafı görmek,saklamak gibi bir dertleri asla olmadığı gibi unuturlar üstelik o fotoğraflarda poz poz kasılarak sırıttıklarını.


Çok yakından tanıdığım orta yaşı hayli geçkin bir hanımefendi  mesela, her fotoğraf  çekilen anda ,mutlaka o pozun içinde yer almak ister ama sonradan o fotoğraflar nereye atıldı,nasıl çıkmış,nasıl görünüyor asla merak etmez.

Bilgisayara mı atıldı,fotoğrafçıda kartonete mi basıldı?
Hiiiç ama hiç merak etmez,hatta çekildikten on dakika sonra unutuverir başka şeylerle ilgilenir. 
O karede olmaktan başka takıntısı yoktur sanki.

Fotoğrafçıların vitrinlerine hiç dikkat eder misiniz?
Hayır senin kadar manyak ve absürd yönden bakmıyoruz hayata,niye dikkat edelim,diye bir cevap verdiyseniz bile hiç üzerime alınmadan yazmaya devam edeceğim.


Fotoğrafçı vitrinlerinde,sahiplerinden izin alınır mı alınmaz mı bilmem ama genellikle çiftlerin resimleri kocaman çerçeveler içinde yer alır.


Nişan veya nikah törenlerinden önce henüz gelinin terden makyajı ve saçı bozulmadan bir an önce gidip çektirilen fotoğraflardır hani.

Bazen de sünnet çocuklarının resimleri olur vitrinde.


Çok nadir olarak da Tarkan’ın veya Sezen Aksu’nun falan ya da başka bir starın resmi yer alır. 
BAKIN BU ÜNLÜ GELDİ BURDA FOTOĞRAF ÇEKTİRDİ! SİZ DE GELİN!  


Şimdi diyeceksiniz ki senin hiç düğün nişan fotoğrafın yok mu yani?
Sen yapmadın mı?
Olmaz olur mu hiç?
Hem de nasıl yaptım? Gelin Olmuş Gidiyorsun   ya nasıl yapmazsın??


Şimdiki aklımla olsa yapar mıyım hiç....bir düşünün?

Stüdyoda fotoğraf çektiriyorsanız ve o an için bir ÇİFT olarak bu konseptin içinde olmak zorundaysanız,neler yaşayacaksınız:

Damat da gelin de nedense hiç objektife baktırılmaz.

Stüdyoda her nedense daha ilginç bir şeyler vardır gelinin de damadın da baktığı.

Boş bir noktaya dikilir gözler.
Sonra damat  oğlan önde durur hep,gelin arkada.
Şöyle artistik cool bir hava verilir damada.

Elleri ceplerinde,sanki tüm dünyanın kadınları onun peşindeymiş de o bir tek yanıbaşındaki şanslı kızı seçmiş gibi bir havalar…

Gelinlik kız nedense ona hep yandan,arkadan,bir taraftan asılır.

Oğlan yüz vermeyen prens rolünde,kız etrafında ona kul köle yalvaran besleme,geyşa pozlarında.

Bir kadın bu tür bir mizansen içine girip de bu pozu hangi gurursuz ve haysiyetsiz anında verebilir kafam asla almıyor.

Bir başka poz şeklinde ise ikisi birden kahkahalarla gülüp dururlar stüdyodaki başka bir noktaya.

Sanırsın ki fotoğrafları çekilirken onlar fotoğrafçının açık fermuarından sallanan bir şey görmüşler de ona katılırlar gülmekten.

Bok mu var ulan ne kahkahasıdır bu?

Kime neyi ispat derdi?

Ha en gıcık poz da nedir söyleyeyim.

Kızla oğlanın dansediyormuş gibi abuk jimnastik hareketleriyle esnetilerek falan verilmiş halleri değil,onu geçtim…(Sanki artistik buz pateni finalinde bitiş sahnesi gösterisidir)

Hani çok rastlarsınız vitrin resimlerinde veya bir yakınınızın facebookta dosta düşmana ilan ettiği görgüsüz ve ORTAYA KARIŞIK isimli  albümlerinde:


Ya kız ya oğlan başka bir yere sırıtırken,ötekisi arzuyla onun dudaklarına bakar hani…sanki gerdekten iki saniye önce çekilmiştir o resim.
Hatta resim çekildikten beş saniye sonra oğlan ya da kız o dudaklara HĞĞĞNNAAAAHH diye saldırmış zannedersiniz.

Erotiköncesiprova pozu.


Fotoğrafçının gazına gelip de gerdeğe o stüdyoda girmiş de olabilir diye düşündürtür size.
Y

ahu evleneceği hatunun dudaklarına ,ağzında şapırt pozuyla bakarak fotoğraf çektiren adamdan ne kadar koca olursa,ben derim ki işte bu mahalle fotoğrafçılarından da ancak bu kadar fotoğrafçı olur.
Sonra bir de hava atmazlar mı bizim fotoğraf vitrine kondu diye…iyi…kuş da kondu mu onu da sorun!


Güzel fotoğraf,içinde sizin yer almak zorunda olmadığınız ama sizin çektiğiniz ve ben çektim derken gurur duyacağınız,fotoğraftır.Öyle bir ışık,öyle bir an,öyle bir mimik ,öyle bir enstantane yakalamışsınızdır ki,baktıkça baktırır insana.
Ötekiler ise ispat fotoğraflarıdır ki sizden başka hiç kimse onlara bakmaktan zevk almaz,eğer çıpıl cıbıldak değilseniz!!!

HER YERDE KAR VAR...OLSA KEŞKE...

Kıştan nefret eden ama kar yağınca sevinçten deli gibi el çırpıp “İnşallah sabaha kadar tutar” diye dua edenlerden misiniz ben gibi? Kartopu oynamayı sevmem ama karın yağışını sıcak bir odadan camın ardında kahvemi yudumlayarak seyretmeyi,kartopu oynayan ve önce arabaların üzerindeki temiz karları kullanan çocukların yavaş ama telaşlı koşuşturmalarını izlemeyi severim.Hem de çok severim.Bir de boş alanlarda üzerinde hiç ayak izi olmayan geniş kar kütlelerine doğru koşmayı ve kendimi maksimum kart reklamındaki gibi çapraz açarak o dokunulmamış karın üzerine bedenimle iz bırakmayı çok severim.İmkanım olsa da hepsini toplayıp eve getirebilsem,bir şekilde saklayabilsem diye hayıflanırım. Büyük şehirde karın birkaç gün sonrası felakettir.Yağmur veya güneş bir şekilde içine eder bu beyaz dünyanın.Sonrası çamur,damlardan damlayan erimiş buzlar,araba tekerleklerinin kardaki izleri içine dolmuş çamurlu buz… Benim çocukluğum Diyarbakır’da geçti.Kar yağdı mı sıkı yağardı.Günlerce erimezdi.İstanbul’un iklimi gibi orospu cilvesine benzemezdi oraların iklimi.Kışsa kış gibi geçerdi,yazsa yaz gibi.Baharda tüm şehir ıslak çimen ve papatya kokardı.Bir de hanımeli…Günlerce yağan karın altında donumuza kadar ıslanarak kartopu oynar,üst baş tamamen kardan adama dönüşene kadar yuvarlanırdık karlar içinde.Bir kere bile elektiriklerimiz kesilmezdi.Kesilse noolur zaten evlerimiz sobalıydı.Çatır çatır odun sobasının etrafında iki dakikada ısınıverirdik.Kombi söndü,kalorifer pompalamıyor gibi dertlerimiz olmuyordu zaten.Bir kere bile karda üşütüp hastalandığımı bile hatırlamam.Ben üşütme ile,grip ile İstanbul’a yerleştiğimizden sonra tanıştım. Kar yağdı diye okullarımızın tatil olduğunu da hiç hatırlamıyorum.Niye olsun ki.Trafik yok,okul servisleri trafikte sıkışacak diye bir dert de yok.Servisler yolda kayar maazallah bir şey olur çocuklara diye bir dert de yok.Herkesin okulu evine yürüme mesafesinde.En uzak okul otobüsle on dakika.Hayatı felç edecek hiçbir şey yok.Kar yağarken okul arkadaşlarınla bahçede kartopu oynamak serbest.Öğretmen dersi anlatırken gözün camda ,kulağın teneffüs zilinde.Kar anormal bir şey değil yani.Hayatın sıradan bir gerçeği. Okuldan dönmüşsün annen sobanın üzerinde çıtır çıtır sac ekmekleri falan pişirmiş.Bir yanda fokur fokur kaynayan çaydanlığın buharı,bir yandan mutfakta davul fırında pişen kurabiyenin ya da çöreğin kokusu.Donmuş parmak uçlarını soba başında ısıtıp biraz atıştırıp doğru kardan adam olmaya… Dün akşam TV de doğunun kar basmış köylerinde kendilerine kızak yapıp köpeklerin boynuna bağlayarak kayıp eğlenen köy çocuklarını izledim haberlerde.İçim cız etti.Biraz kendi çocukluğumu,biraz da kendi çocuğumu düşünerek.Kendi çocukluğumu hasretle hartırlarken,kendi çocuğumun bu eğlenceleri asla yaşayamayarak büyüdüğüne üzüldüm.Okul çantasında hijyenik jeller,ıslak mendiller,meyve suları tıkıştırılmış çocukluğunu hatırlayacak büyüyünce.Mahallesindeki köpekleri hiç sevemediğini çünkü mahallesinde sokak köpeği olmadığını fark edecek.Doğunun çocukları üzerlerinde mont bile olmadan sade kazakla mosmor eller ve mosmor bir burunla yine de hastalanmadan kışın güzelliğini olabildiğince çocuk olarak yaşarken,O,atkılarla,berelerle,termal atletler yün kaşkollarla sarındığı halde sürekli soğuk algınlığıyla savaşıp duran bir neslin üyesi olduğunu hatırlayacak büyüdüğünde.Okul arkadaşlarıyla bir kez bile okul varken lapa lapa yağan karın altında,teneffüste kar topu oynayamadığını çünkü yarım santim buz tutunca okulların tatil edildiği büyük şehirde büyümüş olma talihsizliğini ayrımsayacak. Kırsalda bir evimiz olmalı diye hayal ediyorum.Kar yağınca yollar kapanmasın ama hastalar falan telef olmasın yol yok diye.Elektriği de olsun suyu da.Ev sıcacık olsun.Televizyon,internet,gazete ve cep telefonu istemem ama.Bolca kitap,bolca müzik ve bolca yakacağımız,yetecek kadar yiyeceğimiz olsun mesela.Bir de geceleri havlayan bir köpek isterim kapıda.Oğlum onunla karlarda yuvarlansın gündüz.Türkiyenin doğusundaki gibi yoksunluklarla ve çaresizliklerle yaşamayalım karın güzelliğini.İstediğimiz zaman şehre inebilelim.Herkes inebilsin.Şehircilik anlayışı gelişmiş bir Avrupa köyü belki hayal ettiğim.İsveç’in İzlanda’nın bir köyü belki.Çağdaş,bakımlı ama doğanın içinde… Her yerde kar olsun.Oğlum arkadaşlarıyla burnuna kadar kara gömülüp de eve döndüğünde elektirkler kesildi kombi çalışmıyor diye donup hasta olmasın.Mutfaktan annesinin pişirdiği sıcak çöreklerin kokusunu alsın.Okullar tatil edilmesin… Her yer kar olsun ama hayat devam etsin.Her yer kar olsun ama televizyonlarda gazetelerde yollarda kalmış araçların kayarak kaza yapmış otomobillerin haberleri yer almasın.Her yer kar olsun ama herkes mutlu olsun.Kimse otobüs durağına sığınıp geceyi geçirmek isterken donarak ölmesin.Kimse yol kapalı diye evinde doğum yapıp hayatını riske atmasın.Her yer kar olsun,her yer beyaz olsun her yer hayal ettiğim gibi olsun. Ama Avrupa değil,benim ülkem olsun,Türkiye olsun…