sağtık

GÖBEK ADIM

Tehlike benim göbek adım,diye bir tabir var. Sıklıkla da espri amaçlı kullanırız.

Geçen gün düşündüm,ülen benim göbek adım ne olabilir diye…

Sevgi pıtırcığı? Şefkat? Dikkat? Espri? Yok,ı-ıh!

Hiç birisini beğenmedim. Hiç biri uymadı,üzerime ya dar ya geniş geldi. Nefret ediyorum,dedim bir şeyi düşünüp düşünüp kararsız kalmaktan.

Sonra,çınn diye bir ampul parladı kafamda.

Nefret ülen,nefret! Evet nefret benim göbek adım.

Öyle çok nefret ettiğim şey var ki hayatta,sabah uyanıp desduuur diye meditasyona başlasam,günde on iki saatimi olumlama ve kuantum tekniği ile düşünce gücüne ayırsam da faydasız,hiçbir kuvvet beni nefret ettiğim şeylerden yepyeni ve sevgi dolu bir ben yapmaya yetmez.

Öyle basit şeylerden nefret ediyorum ki hem de,gün içinde nefretle ıyyyy dediğim şeylerin listesini çıkarmaya kalksam,hepiniz benden nefret edersiniz,hatta kendimden nefret edebilirim,o derece yani?(Kaç derece?)

Gazete okuyorum,diyelim,gazetenin mürekkebinin ellerimi boyamasından,sayfaların tümünü dolduran konut ilanlarından,yeni bir şehir,yeni bir bilmem ne anlayışıyla pazarlanan süper lüks yaşam biçimlerinden nefret ediyorum.

Türkçeyi yanlış kullanan ve 5n ve 1K kuralına uymayan muhabirlerin yazdığı haberleri okumaktan,tipine bakmaksızın her kurbanın resminin altına güzel diye yazılmasından nefret ediyorum.

ALIŞVERİŞ CEHENNEMİ

Ayakta sabit durmaktan,otobüs,minibüs beklemekten,birisi kıyafet alışverişi yaparken kabin önünde onu beklemekten ve onun giyip çıkardığı her şeye güzelmiş al bunu işte dediğim halde ikna edememekten ve orda dikilmek zorunda kalmaktan nefret ediyorum

.Ağrıyan belime,sırtıma,bacaklarıma olan nefretim de başka bir yazı konusu.

Outlet adı altındaki mağazaların kazık fiyata sezon açmalarından nefret ediyorum.

Aradığım,beğendiğim şeyin bedenini bulamamaktan nefret ediyorum.Neden birileri sürekli benden hızlı davranıp,o otuz sekiz beden şeyi benden önce almış oluyor hep?Neden birileri o ayakkabının otuz sekiz numarasını benden önce gelip kapmış oluyor?

Neden o kazağın M bedeni benden daha hızlı davranmış biri tarafından satın alınmış oluyor?

Kabinde bir şey giyip denemekten nefret ediyorum.Kabin dışında bunu yapmak ise teknik olarak mümkün olamayacağından,giysi denemenin her çeşidinden nefret ediyorum.Bu nedenle,gardrobum,denenmeden alınmış ve ya dar ya büyük gelen şeylerle dolu ve onların topundan nefret ediyorum.

Gidip değiştirmek zorunda kalmaktan da ayrıca nefret ediyorum.

Mutfak veya banyo duvarlarındaki kalebodurlara,gözüme ilişen bir lekeyi çıkarmak için temizlik bezini değdirdiğim anda oluşan renk farkından dolayı,tüm duvar karolarını silmek zorunda kalmamdan nefret ediyorum.

Ne güzel halbuki kirli kirli duruyorlardı öyle,hepsi aynı derecede kirlendiğinden,kimse anlamıyordu aradaki farkı.

Ben bu yazıyı yazarken fincanda kendi kendine soğuyan kahvemden nefret ediyorum.

Doktora gittiğim zaman,daha iki şikayet anlatmadan tıkır tıkır tahlil ve tetkik raporları yazıp şunları yaptırın diyen doktorlardan nefret ediyorum.Tahlil sonuçlarıma bakıp,her şey yolunda,bir de muayene edelim deyip,basit bir ilaçla beni göndermelerinden de…Ulan börtlek gözlü ağaç karıncası,baştan yapsana muayeneyi,ıstakoz! Ne diye beni süründürdün elimde idrar kabıyla,kolumda iğne morluğuyla hastane koridorlarında boşu boşuna?

Hastane koridorlarını çocuk bahçesine veya kreşe çeviren sürüyle veletten nefret ediyorum.

Anaları nerde bunların?

Kimse o çocukların anası babası kimdir bilemez,onlar sanki hastanede doğup ortaya atılmışlardır,ha.

Deriiin nefes alın,diye sırtımı dinleyen doktorun,nefesini bırak demeden,tekrar nefes alın demesinden nefret ediyorum.Eşek arısı,içimdeki karbondioksidi nereye boşaltayım tekrar nefes al diyorsun?

Düzleştiriciyle düzleşen saçlarımın,gece yatıp kalkınca,yastık üzerinde kendi doğal dalgalarına kavuşup,inadım inat kçım iki kanat diye benimle dalga geçmesinden nefret ediyorum.

Sırtımda bir yerimin elimin ulaşamadığı o noktada inatla kaşınmasından nefret ediyorum.Neden kaşınan yerlerimiz asla elimizin ulaşabileceği yerleri seçmezler?

Ayrıca,elimin ulaşabileceği yerlerin kaşınma zamanı da nedense ya sokakta,ya insan içindeyken tutar,hay bin kunduz!

Hafta sonu gazete eklerinden nefret ediyorum.O kadar ekstrem,o kadar makro haberler ve röportajlar yer alır ki,sanki kaç kişi jet pilotunun özel hayatını ya da ebesinin nikahındaki bir restoranın sahibinin başarı öyküsünü ilgiyle okuyabilir?

Ayrıca,iki üç sayfalık ünlü roportajlarını okumaktan da nefret ediyorum.

Röportajı yapan ya doğru soruları soramayıp saçmalar,ya da doğru sorular sorulur ama ünlümüz o kadar kasmıştır ki kendisini,süsleyip püsleyeceğim diye abuk sabuk cümleler kurmuştur,sttttir lan deyip yarıda bırakırsın okumayı.

Sanırsın ki ülkedeki her ünlü,birer filozof,hepsinin felsefe masterı var,hepsi birer Bernard Shaw,hepsi birer Şems-i Tebrizi,hepsi birer Mevlana.Hepsi olmuş,hepsi nirvanaya ulaşmış,hepsi harikulade nadide yaratıklar.S

alın ülen göbeğinizdeki gazı,bu kadar şişilir mi,bünyenize yazık.Üstelik kimse yutmuyor martavallarınızı.

MİSAFİR MİSAFİRİ,EVSAHİBİ HİÇ BİRİNİ SEVMEZ

Birisinin evine gittiğimde,oraya hiç tanımadığım ya da tanımamış olmayı tercih edebileceğim üçüncü bir yakın arkadaşın ya da komşunun ya da akrabanın da gelmesinden nefret ediyorum.

Bir insanın iki yakın arkadaşı asla sonradan iki yakın arkadaş olamıyor ve her nedense hep şaşıyorum bununla nasıl arkadaşlık yapıyor,hem benim gibi biriyle hem de bu şebelekle nasıl anlaşabiliyor diye.

Migros’dan nefret ediyorum. Kendimi orada,ama sadece orada,sürekli aç ,sürekli kıtlıktan çıkmış ve sürekli hiçbir şeyi olmayan ve yaşaması için oradaki binlerce lüks ürünü almak zorunda olan biri gibi hissediyorum ve havalandırma deliklerinden,insanlara ,bu hissi verip, gereksiz onlarca şey satın aldıracak özel ve gizli bir ilaç püskürttüklerinden şüpheleniyorum.Evet,şüpheleniyorum.

Minibüste,önümdeki koltukta hiç kimse oturmadığı halde,arkadan para uzatıp şoföre vermemi söyleyen denyolardan nefret ediyorum.

Bu ne demek?

Önümde kimse oturmadığı için benim kalkıp şoföre o parayı bizzat teslim etmem gerekiyor demek.Yok yaaa?

Kaldır kıçını kendin ver ülen,özel muavinin mi var burada,terliksi hayvan!Hiç acımam,bitiririm!

Lafı da korum valla,üstüne bir de döverim hatta.

Duştan çıkıp güzel güzel temiz temiz giyindikten sonra,sıra saçlarımı kurutmaya geldiğinde,kafamdan buharlaşan nemin tekrar üzerime yapışıp,beni su içinde bırakmasından nefret ediyorum.

Saçlarımı kuruttuktan sonra,bir kez daha üzerimi değişmek zorundayım.Soyun giyin derken bu sefer de saçlarım tekrar bozuluyor,nefret ediyorum.

MANTIKLARINIZA TÜKÜREYİM SİZİN

Bütün yerli dizilerden nefret ediyorum.(Ezel hariç)

Ayrıca Ezel’deki açıklanamayan saçmalıkların çoğundan da nefret ediyor,forumlarda Ezel ve Dayı hakkındaki abuk sabuk tahminleri okumaktan ve mantıklarınıza tüküreyim sizin diye yorum yapmak zorunda kalışımdan da nefret ediyorum.

Bütün yabancı dizileri izlerken,bir yandan İngilizcemi geliştirmek adına kulak kesilip,bir yandan alt yazıyı takip edip,duyduğum İngilizce cümle ile Türkçesini kafamda denkleştirmeye çalışırken bu arada konuyu kaçırmaktan da nefret ediyorum.

Aradığım kişiye ulaşamamaktan nefret ediyorum,ulaşılmamak istediğimde telefonumu hatsız ayarına almayı unuttuğumdan ulaşılabilir oluşuma nefret duyuyorum.

Banka mesajlarından nefret ediyorum. Hayatta hiç kimseniz olmasa bile,günde size iki üç mesaj atan,sürekli arayıp bir şeyler kakalamaya çalışan bir bankanız var ne güzel.Hiç bir sevgili onlar kadar vefakar olamaz.

Ayrıca bankaların,zırt günü pırt günü dolayısıyla sürekli kutlama mesajı atarken,kandillerde ve dini bayramlarda hiç oralı olmayışlarına,dini duruş sergilemekten kaçınmalarına da ayrı ve ayrıntılı bir nefret duyuyorum.

Herkesin Cumhuriyetçi,herkesin Atatürkçü,herkesin vatansever maskesiyle gezmesinden,gerçekte ise bireysel menfaatlerinden başka hiçbir şeyi önemsememelerinden nefret ediyorum.

Yaşlı heriflerin gencecik kızlara iştah kabartmalarından nefret ediyorum.

Kuaförlerin becerilerine evde sahip olamayışımdan nefret ediyorum.

Becerisi olduğunu zannettiğim kuaförlerin de beceriksiz çıkmalarından nefret ediyorum.

Oooooyy oyy!! Daha bunlar ne ki?(Bir Erzurum fıkrası geldi aklıma ama yazamayacağım bazı kelimeler var maalesef)

Tıpkı kıl olduklarım gibi,bitmez…devamı gelecek,izlemede kalın,kalmayanlarınızdan nefret ediyorum.

Adım kıl,göbekadım nefret.

Yıllarca hep böyle bildiniz siz.

Kıl Nefret'ten inciler dinlediniz.

MAYMUNLAR ve BEN

Maymun iştahlıyım,kendimden nefret ediyorum bu yüzden.

Bir şeye deli gibi kafayı takıp,sonra aynı hızla o şeyi hayatımda hiç yeri olmamış gibi unutabiliyorum.

Bundan seneler önce,başladığım örgüler var mesela. Şu an şişin üzerinde hala iki ilmek daha atmam için bekliyorlar.

Bir ara,reikiye sardım,gittim forumlara klüplere üye oldum,melek uyumlaması,çakra makra derken,bir sabah uyandım ve zınk diye ben deli miyim lan,dedim.Bir daha da yüzüne bakmadım,reiki meiki falan.Forumlardaki,klüplerdeki üyeliğimi sildim.

Sonra bir ara kas yapmaya heveslendim.Eve ağırlıklar,yaylar,çek-bıraklar,kürek çekme aletleri,avuç içi kas topları falan yığdım.Epey de çalıştım,kanatlarım falan oldu,boynum kendi çapının sınırlarını zorladı,el sıkıştığım insanlar uyyy deyip kaçmaya başladı,masaya yumruğumu koymayayım diye etrafımda pervane oldular falan.

Sonra,yine bir sabah aynada kanatlarımı görünce,kendimden tiksindim ve zınk diye vazgeçtim bir daha da elime bile almadım o aletleri.

Ardından,koşu bandı aldım,göya her gün on kilometre yürüyecektim.Şimdi on günde bir ancak yarım saat tahammül edebiliyorum.

Derken,bitkiler alemine daldım bir ara.Hangi ot neye iyi geliyor konusunda uzmanlık sertifikası alacak düzeyde geliştirdim kendimi,karıştırıp karıştırıp içtiğim şeyler yüzünden,bir gün ishal,bir gün kabız,bir gün mide ağrısı,bir gün enerji patlaması yaşamaya razıydım da,günde yirmi otuz kez idrar ihtiyacıyla klozete çökmeye başlayınca, ona da bay bay dedim.

Sonra,resim çizmeye başladım.İyi de çizerim,kara kalemim kuvvetlidir,fırçayla yıldızımız hiç barışmadı ama kalem söz konusu olduğunda,(namım kurşun kalem diye boşuna yayılmadı herhalde) harikalar yaratabilirim.Sonra ne oldu bilmiyorum,çizdiğim resimleri sağa sola ,ona buna çerçeveletip hediye ettim ve bir gün ,beş on yıldır elime resim kalemi almadığımı fark ettim.

Bir sabah uyanıp,boncuk,takı falan yapmak istedim,çok istedim hem de.İnternetten nasıl yapıldığı konusunda yine sıkı bir envanter çalışması yapıp,kendimi takı tasarımcısı olarak ilan ettim ancak,iş Mahmutpaşa'ya gidip malzemeleri almaya geldiğinde,bir üşengeçlik ,bir mızmızlık...aman zaten takı taktığım yok,ne yapacağım onca boncuğu,kçma mı sokacağım,sağa sola hediye edeceğim de ne olacak,boncuk takan kadınlardan da hazzetmem zaten deyip onca öğrendiğim bilgiyle kaldım.

Hayalimdeki boncukları ara sıra çiziyorum,tasarımlar boşa gitmesin diye ama o kadar. (Not:bunu da kimse bilmez)

Bir ara feci derecede,yemek bloglarına dadandım. Sabah akşam her gün yeni bir poğça,yeni bir kurabiye,yeni bir pasta,yeni bir çörek tarifi peşindeyim.Evdeki fırından memnun kalmadım,gittim bir de eski usül,annelerimizin davul fırınlarından edindim.Hakikaten harikalar yarattım fırınımda. Denemedik tatlı tuzlu pasta vesair şey kalmadı.Hepsi de hoş oldu,arada bir kaç tanesini tutturamasam da genel başarı oranım yüksekti.

Sonra eşim ve oğlumun benim yüzümden göbek deliklerine yakın bölgelerinde ufak birikimler yaptıklarını görünce,yine zınk diye geçiverdi hevesim.

Bendeki heves de,yaz yağmuru gibi zaten,geçip gitmek için bahane arıyor. Geçtiğimiz yaz,kuantum fiziğine sardım

Olumlu düşüneceğim,evren bana her şeyi olumlu yollayacak.Düşün düşün boktur işin,yirmi gün olumlu düşündüm,yirmi birinci gün,idrar yolları enfeksiyonu tanısı ile gece yarısı acile koştuk,peşinden iğneler,mide spazmları,gecikmiş adet sorunları,jinekologlar...fotonlar bana oyun oynadı,nanik yaptı resmen.Sözde sağlık olumlaması yapıyordum.Hadi ona da bay bay.Allahın dediği olur arkadaşım!

Zaten feng şui yüzünden evin eşyalarını bir oraya bir buraya sürüklemek,sağa sola bereket getirsin diye çörekotu serpip,kapıları aynaları,köşeleri,kareleri takıntı haline getirmekten yeni kurtulmuşum,aman eksik kalsın kuantum çekim yasası..

Geçenlerde,profesyonel fotoğrafçılığa merak sardım Acemi olduğum bir konu da değil,üniversitede ders olarak da okumuşum,üstesinden gelirim,biraz bilgi biriktireyim biraz hafızayı tazeliyeyim diye oturdum fotoğrafçılık ile ilgili yine master yaptım,internet başında.

Ama bu sefer de hayalimdeki fotoğrafları çekebileceğim kameraların fiyatları beni ürküttü,şimdilik bu hevesimden ,vazgeçmek değil de ertelemek diyelim biz ona,evet erteleyerek ileri bir tarihe kadar vazgeçmiş durumdayım.

Gerçi iyi bir kamera her zaman iyi bir yatırımdır ama ben iyi bir kameraya ikna olmuyorum işte sorun burada.

Ben mükemmel ötesi bir kameraya taktım kafayı,ya onu satın alırım,ya da hiç almam.Hayır onca serveti o kameraya döküp,beş on gün sonra hevesim geçecek ve ben fotoğraf makinesini bir daha elime almayacağım diye korkuyorum.

Olan bizim bütçeye olacak.Sadece hatıra fotoğrafı çektirmek için kullanılacak bir süre sonra ve zaten bu işi yapan iyi bir kompakt makinamız var.Bu kez iştahım,hevesim kabaramadan sönmek zorunda kaldı maalesef.Yani tamamen duygusal sebeplerle.

Çok mu zıpçıktı,sinir bozucu göründüm gözünüze?

Yok aslında pek çok konuda istikrarlıyımdır. Hayatta vazgeçemediklerim de vardır elbette.

Kepekli ekmek,şeker yerine tatlandırıcı,şekersiz kola,yağsız az pişmiş makarna,zeytinyağlı ege yemekleri ,koyun peyniri,uyanır uyanmaz içilen az sütlü nescafe,yorulunca demli çay,karnım tıkabasa dolu da olsa asla hayır diyemeyeceğim İstanbul simidi,her gün üç fincan yeşil çay,oda ısısında bir şişe maden sodası...

Yeşil erik ve mürdüm eriği.

Winston kırmızı kısa filtreli.

Zippo çakmağım.

Heryere götürdüğüm,sırtımda,belimde,boynumda sürekli gezen turuncu minik yastığım.

Ödüllü tasarımıyla ayaklarımda otomatik vites etkisi yaratan Reeboklarım.

Mini notebook'um.

Yüzmek. Deniz. Kum. Güneş. Veeee...

Yazmak. Yazmak. Yazmak. Sonsuza kadar yazmak. (Bu okuyucularım için kötü haber tabii..yani artık yazmasa da biz de kurtulsak diyenler için...)

Şimdi,insanlar maymundan gelir mi gelmez mi bilmiyorum fakat bende heves konusunda bir iştah var ki arkadaşım,maymundan gelme falan değil bizzat maymunun ta kendisi.

Bu mudur,budur! Hatta maymunlarla nasıl bir akrabalığım varsa artık,bu maymun iştahıyla saldırdığım mevzulara da bir süre sonra üç maymunu oynayacak derecede nankörüm hani.(Göz rengim de biraz kırmızıya mı benziyor ne?)

Son olarak şunu da iftiharla söylemek isterim ki,hiç bir insandan,hiç bir canlıdan,önce heves edip sonra vazgeçmedim.

Hiç maymun iştahlı bir sevgili olmadım kimseye.Bir kere sevdim ve onunla hayatımı birleştirdim. Hiç maymun iştahlı bir hayvansever de olmadım,hiç bir hayvana evimi açıp sonra onu yuvasız bırakmadım. Hiç bir arkadaşlığa dostluğa ucuz menfaatler uğruna heves edip,sonra kavgalı dövüşlü küslük yaşamadım.

Dost olduklarımla dost kaldım.Dostum olamayanların kendi iştahlarında vardı mutlaka sorun.

Onu da ben iplemedim zaten. Oh,bu gün de yazarınız kendini övme mevzuuna heves edip,beş dakika içinde hevesinden caymıştır.

Yav ben ne pasaklı,ne uyuşuk,ne aldırmaz,ne mızmız,ne takıntılıyım aslında bilmiyosunuz..eheheh işte hevesimden nasıl da çabuk vazgeçtiğimin ispatı...

Ülen bir gün sabah uyanıp ,öteki dünyayı göreceğim diye heves etmekten korkuyorum.Hayır korkum ölmek değil,oğlum ve eşim çekecek sıkıntıyı,ben yokken.

Hevesim geçince geri de dönemem ki.

Hepinize maymunlardan uzak dirayetli iştahlar dilerim.