sağtık

ADANALI MEMOLİ'NİN DEVAMI MI?

Tayfun Güneyer,senaryo yazabiliyor mu? Tamam,Yılan Hikayesi,gerçek anlamda iyice uzayıp uzayıp hakiki bir yılan hikayesine dönmeye başladığında,etrafımdaki herkese,ben size demiştim diye havalandım.Mantık hataları,gerçek dışı karakterler,günlük hayata uymayan uzadıkça uzayan replikler,biri sinirli biri yumuşak,biri ezen biri ezilen iki polis,(Memoli ve Nail Kırmızıgül’ün canlandırdığı yardımcısı) komik olmaya çalışan ama olamayan bir emniyet çaycısı karakteri,her durumda ve her şartta daima çenesiyle ve konuşup konuşup kurbanı şaşkına çevirmesiyle kazanan kahraman polis ve gereksiz repliklerle durumu uzatacağına öldürücü hamleyi bir türlü yapamayıp seyirciyi sinir eden operasyon sahneleri,her şeye sinirlenen ve aptal mı zeki mi bir türlü karar veremediğiniz baş karakterler.
Üstüne üstlük her T.G. imzalı senaryoda tekrarlanan şu; şaşırınca ağzındaki sıvıyı püskürtme şebekliği.(bkz.Yılan Hikayesi,Eyvah Babam,Adanalı)
Bu sahneler sanki Tayfun Güneyer’in imzası olmuş durumda,olmazsa olmaz yani. Üstüne bir de,her dizinin demirbaşı olan, asla yakalanamayan harikulade zekada kötü adam karakteri!!.Yılan Hikayesinde bu kişi Kral lakaplı suçluydu,Adanalı’da ise Maraz Ali. Hani diyorum Oktay Kaynarca’nın müthiş sempatik ve karizmatik oyunculuğu olmasa kim izleyecek bu saçmalığı kestirmek zor. Hem her iki dizide de bir Yunanlı bayan polis takıntısı var ki ben çözemedim,Zeyno ölünce onun yerine Memoli’ye Yunanlı kız polis bulunmuştu hemen.Adanalı’nın da Yunanlı eski aşkından olma bir yarı Yunan kızı var şimdi.
Zeyno ile Memoli arasındaki çekişmeyi şimdi Adanalı ile kızı arasında yeniden yaşıyor gibiyiz.Adanalı da tıpkı Memoli gibi sinirlenince emniyet binası içindeki tüm meslekdaşlarına saydırıp giydiriyor.Aynı kurum içinde üst altına bu kadar hakaretamiz davranabiliyor mu merak ediyorum. Adanalı cep telefonu taşımadığı gibi,cep telefonundan arama yapmayı da bilmiyor,breh breh breh…dumur olma gel de!!! Adanalı’nın yanına verilen çaylak yardımcısı Engin,Adanalı’nın oyununa getirilip bir binada iki buçuk saat boyunca ,sözde orda hala saklanan suçluları DVD alıcısıyım beeeen,diye bağırarak ortaya çıkmaya ikna etmeye çalışıyor da o iki buçuk saat boyunca hala ortada bir gariplik olduğunu ,amirinin kendisiyle kafa bulduğunu falan kafası basmıyor,polisime de bak sen! Adanalı,dizinin ilk bölümünde otobüsteki Yunanlı polisleri kurtarma sırasında şakır şakır Yunanca konuşurken,sonradan bakıyoruz ki kızıyla tartıştığı bir sahnede,kızının “Allahım bu adamla naapıcam ben” diye söylenmesini anlayamıyor ve Yunancası orda birden tekleyiveriyor. Amaaaaan…o kadar çok ayrıntı var ki izlerken gına getirdiğim,hangi birini yazacağım sıkıldım vallahi.
Uzun lafın kısası,yazarın ana fikri odur ki Tayfun Güneyer Yılan Hikayesinde tutturduğunu sandığı bir eski formatı allayıp pullayıp naapsam naapsam diye kafa yormadan biraz ordan biraz buradan bir iki ekleme falan yapıp yeniden ısıtıp seyircinin önüne sürmüş.Asla kendini taklitten öteye geçemeyen bir senarist üstelik de senaryonun Wasabi adlı yabancı filmden taklit edildiği söylentilerini de yalanlamıyor.Başarısını takdir etmek gerekir ki yabancı bir yapımı ne edip edip kendi eski senaryolarının formatına ve kendisini sürekli tekrar etmeye dönüştürebiliyor! Ha bir de ustalara selam çakan yönetmenler gibi Memoli karakterine de gönderme yapıp duruyor,Adanalı’nın ağzından.
Ne o saçların öyle çakma Memoli?”
Mükemmel senaristliği yetmemiş,hızını alamayıp bir de yönetmeye kalkmış.E haklı tabii,bunca saçmalığı nerden buldun kardeşim diyecek bir yönetmene sürekli her sahneyi izah etmek zor,kendi pirincimin taşını kendim ayıklarım demiş,oturmuş rejisör koltuğuna!
Seyirci bunu yer mi? Bilemem.Türk halkı acılı adana yemeye bayılır onu biliyorum ama Türk seyircisinin neyi yiyip neyi yemeyeceğini kestirmek çok zor.Öyle kalitesiz işler uzun zaman raiting alıyor ki,şaşırmamak elde değil.Belki de Türk seyircisi toptan Alzheimer ‘dan mustariptir ha?
Son olarak şunu da eklemek lazım ki,Oktay Kaynarca dışında dizideki tek güzel şey ise Ceza'nın muhteşem Fark Var şarkısı.Yukarıdaki yazının ana fikri ile hiç uyuşmuyor aslında,biz konular arasında hiç bir fark olmadığını savunurken...ama düşününce şarkının aslında ne demek istediğini de anlayabiliyorum ve bu yüzden
şarkının ilk dizesini de yine Tayfun Güneyer'e ithaf ediyorum
"Fark var,
Seninle iyi arasında,
Kocaman bir FARK VAR! "

LANETLİ HAFIZA

Geçen gazetede ilginç bir haber vardı. “Amerikalı Jill Price (42), 14 yaşından bu yana hayatının her anını hatırlayabiliyor. Price, ne zaman kalktığını, kimlerle buluştuğunu, neler yaptığını hatta ne yediğini bile unutmuyor.Bir okulda yöneticilik yapan ve dul olan Price, bazen rahatsız edici anıların zihnine doluşması nedeniyle uyuyamadığını belirtiyor. Bu o kadar nadir rastlanan bir durum ki bilim adamları Jill Price vakası için özel bir bilimsel isim bulmak zorunda kaldı: Hipertimestik sendromu.” İlk düşündüğüm tabii,keşke ben de öyle olsam oldu.Kadının neden yöneticilik gibi sıradan bir iş yaptığını merak ettim sonra.Düşünsenize her şeyi,hayatınızdaki her ayrıntıyı,yaşadığınız her şeyi hatırlıyorsunuz,beyniniz bilgisayar gibi gördüğü,duyduğu,yaşadığı hiçbir şeyi unutmuyor. Böyle bir beyinle neler yapılır?! Harikulade bir cerrah olabilirsiniz mesela,hiçbir hastanızı,hiçbir ayrıntıyı unutmayan,ameliyatta harikalar yaratan. Zaten tıbbı da heralde bu süper beyinle,altı yerine dört senede bitirebilirdiniz! Sonra mükemmel bir savcı ya da avukat olabilirsiniz,ayrıntıları lazım oldukça kaset izler gibi başa sarıp sarıp hatırlayarak,pek çok içinden çıkılmaz davayı halledebilirsiniz. Okuduğunuz hiç bir şeyi de unutmayacağınız için mükemmel bir edebiyat eleştirmeni veya tiyatro,sinema eleştirmeni olabilir,gözlem yeteneğinizi de işin içine katıp ülkenin bir numarası da olabilirsiniz. Emniyet müdürü,film yönetmeni,ressam,özel dedektif,neler neler…Çok daha yaratıcı ve harikalar yaratabilecek,insanlığa müthiş yararı dokunabilecek bir meslek seçip bunu uygulamak varken,sen git bir okulda yöneticilik yap…Neyi hatırlayacaksın,çocukların dosyalarını okuyup okuyup kişisel bilgilerini mi?Pöh! Dedim ya ilk tepkim keşke ben de öyle olsam demek oldu ama kadıncağız bir yandan da,rahatsız edici anıların etkisinden kurtulamadığını yazıyor.Tecrübe konusunda üstüne yok desenize.Hayatta yaşanan tüm tatsız olaylar,birleşip ileriki yıllarda tecrübe dediğimiz şey oluyor çünkü.Kadının tecrübeleri inanılmaz desenize.Asla aynı tuzağa iki kere yakalanma,asla aynı hatayı iki kere yapma… Ama öte yandan bu da sıkıcıdır herhalde.Bayan mükemmel olabilmek yani.Bir başka tarafı terk edildiniz mesela,asla unutamıyorsunuz.Sevdiğiniz birisini ölümle kaybettiniz,tüm anılar capcanlı beyninizde,hiçbir şeyi unutamıyorsunuz.Her yaşanan tazecik duruyor hafızanızda.İyi mi kötü mü ben bir türlü çıkaramadım. Bu arada,şu meşhur iğrenç operacı sapık,heralde avukatıyla anlaşıp suçtan yırtış yolu bulmak için,yaşadığı hiçbir şeyi hatırlamadığını söylemiş.Şimdi de buna taktım.(Sanki hatırlamamak,suçun niteliğini ortadan kaldırıyor) Diyelim ki,bir an için söylediği doğru,hatırlamıyor olsun.İyi de bu daha kötü.Hatırlamayıp hatırlamayıp her iğrenç dürtüde o iğrenç heyecanını yeniden yaşıyor gibi hissedip iyice zevklenecek pislik.Hatırlamaması ayrıca ne işine yarayacak onu anlamadım.Belki biraz insanlığı kalmış ise kendinden utanmasına engel olur sadece ama ya annesi,babası,kız arkadaşı,akrabaları?O kötülüğü yaptığı çocuklar? Asıl bir yolunu bulup tüm bu olanları onlara unutturabilmek lazım bence. Hatıralarımın hiç birisine dokunulsun istemem.Ne o hipertimestik hatun gibi olmak,ne de yaşadıklarımı unutmama neden olacak başka bir garip durum içinde olmak istemem.Bir gün alzheimer'a yakalanırsam bu bana çok koyar heralde başlarda...sonrasında zaten alzheimer olduğumu da unuturum zaten ama başlarda kötü... Hatıra koleksiyoncusu olmayı seviyorum ben.Zamana ve duruma ne uyuyorsa,onu bulup çıkarıp hatırlayıp tekrar tozunu alıp eski yerine koymayı seviyorum ben.Yaşadıkça da koleksiyonum değerleniyor daha fazla.İyileri de kötüleri de.

YÜZBAŞI'NIN EŞEĞİ,DİNGO'NUN AHIRINA GİRMİŞ...

Ey cemaati müslimin,ey güzel yurdum insanı,lütfen biri bana açıklasın ve de tarifini yapsın ki ben meraktan kurdeşen dökmekten kurtulayım. Dingo kimdir,nedir? Ne iş yapar? Neden ahırda yaşar? Ahırı nerededir?Bu kadar ünlü ise,niye ahırda yaşar kendileri? Hayvan mıdır? Hayvansever midir? Neden ahırın kapısısı herkese açıktır? Neden onun ahırına bu kadar rağbet vardır? Cinsi nedir,kadın mıdır ,erkek midir,çocuk mudur?Çocuksa neden adı,Dingocuk değildir? Herkes onun ahırına bu kadar rahat girip çıkabiliyorsa ve bu yüzden pata küte girip çıkılan yerlere Dingonun ahırı mı lan burası deniyorsa,neden bir tek yurdum insanı çıkıp da bu Dingo'nun ahırına girmiş çıkmışlığını belgeleyememiştir? "Ey ahali bakın bu benim Dingo'nun ahırındaki resmim...ahan da istediğim gibi girip çıktığımın belgeselidir...onu da yakında sinemalarda oynatıciyim..." dememiştir? Ayrıca girdiyse bile niye girmiştir? Kime neyi ispatlama derdindedir? Dingo bir hayvansa,ahırda yaşadığına göre at olmalıdır! Ahırın üzerinde Dingo'nun Ahırı mı yazmaktadır? Yazmıyorsa oranın ora olduğunu kim nasıl bilmektedir? Yazıyorsa niye kimse hala keşfedememiştir? Lost adası gibi sürekli koordinat mı değiştirmektedir? Neden Google Maps'de asla yeri belli değildir? Bir başka devlet sırrı da Sultan Palamut'un kimliğidir? Otuzaltı Osmanlı padişahı içinde bu sultan hangisine denk düşmektedir?Hangi ülkenin sultanıdır,kadın mıdır erkek midir?Meşe palamudundan mı çingene palamudundan mı esinlenmiştir? Çook eski şeylere Sultan Palamuttan kalma deniyorsa,tarih yazılmaya başlamadan önce mi yaşamıştır?Tarihten önce yaşadıysa,yaşadığını biz nerden bilmekteyizdir?Bir yerde kemikleri bulunduysa,neandertal adamı falan mıdır?O ise adı nerde yazmaktadır? İmamın abdest suyuna benzettiğimiz açık çaylar vardır hani...Bu su nasıl bir sudur?Normal sulardan farklı mıdır?Adı geçen imam,abdest suyuna ne karıştırmaktadır ki su böyle bir renk almaktadır?Abdestini açık çayla alan bir imam mıdır?Yoksa bu o patlıcanı yiyince bayılan imam mıdır? "Her boka maydonoz" ne tür bir maydanozdur? İçinizde bu amaçla maydonoz alan olmuş mudur? "Herboka" bu maydonozun familyasının latince okunuşu mudur? Peki " Göt Böcüğü" ? Bu nasıl bir böcektir? Dötünde bu böceğe rastlayan olmuş mudur? Sokar mı?Isırır mı?Kaşındırır mı? Naapar? Hiç bir dötte bu böceğe rastlanmadıysa,bu böcek kimin,neyin dötünde yaşar?Heryere o yaşadığı şeyin dötünde mi gider? "Onun bunun çocuğu"? Kimdir bu çocuk? Kimindir? Neredeyse altmış yetmiş yıldır halk dilinde yaşayan bu çocuk neden hala çocuk olarak kalmakta ısrar etmektedir?Neden büyüyüp onun bunun delikanlısı,onun bunun yaşlısı,onun bunun moruğu olamamaktadır? Neden hep çocuktur ve büyüyememektedir? O ile Bu kimdir? Neden Bunun onun çocuğu değil de Onun bunun çocuğudur?O ile bu arasında gayrımeşru ilişki mi vardır?Belki de evlidirler,kim nereden bilmektedir ki? "Sütten çıkma ak kaşık" Al bir tane daha anlayamadığım nesne! Bu deneyi bir kaç kez yapmış ama hep hüsrana uğramış bir vatandaş olarak derim ki,kaşık süte batırılıp çıkarılsa da metal metal parlıyor.Tahta kaşık ise,süte batıp çıktığında,ak olma konusunda bir değişim geçirmiyor.Yoğurttan çıkma tahta kaşık olabilir mesela.Ama sütten çıkan kaşık kesinlikle ak olmuyor.Yani demek ki ya bu kaşık zaten aktır,ya da sözü edilen süt aslında beyaz plastik duvar boyasıdır. " Saçları Papaz gibi" Ben hayatımda,hiç bir yerde,ne bir filmde,ne bir belgeselde,ne bir resimde,hiç bir Papaz'ın saçlarının,o benzetme yapılan türde tamamı havaya kalkık ve darmadağın,kafatasından onbeş yirmi santim havada durduğunu ve öyle gezdiğini görmedim.Demek ki nedir? İmamlara ve papazlara yüklenen acayip ve aşağılayıcı deyimler halk dilinde dolaşmakta,hiç bir imam ya da papaz bu gidişe dur demek istememektedir! Ve işte zurnanın zırt dediği yerdeyiz. Hayatım boyunca asla ve asla çözemeyeceğim,kim olduklarını ve aralarındaki ilişkiyi hiç bir surette bilemeyeceğim iki meçhul karakter; Yüzbaşı ve onun (nedenini bilmediğim bir sebeple sürekli osuran) eşeği!!! Bu yüzbaşı neden kendine bir eşek almıştır? Bazı yerlerde yüzbaşı yerine başçavuş denmesinin nedeni nedir? Başçavuş sonradan nasıl yüzbaşı olmuştur? Yüzbaşının eşşeği mi ossuruyo lan burda,şeklindeki halk azarlamasına konu olan bu eşek,bu kadar ününü sadece bir tek ossurmaya mı borçludur?Bir organızma,sadece osurarak bu kadar ünlü nasıl olabilir? Madem o osururken kimse onu dinlemez,o halde bu eşek neden osurmaya devam etmektedir? Osuran eşek görmedim,nasıl bir şeydir? Eşek neden yüzbaşıyla yaşamaktadır? Aslında adı Dingo olup da bir ahırda yaşıyor olabilir mi? O sürekli osuruyor diye kimse onu kaale almayıp ahırına dan dun giriyorlar olabilir mi? Ahırına niye giriyorlar o halde,o ahır sürekli osuruk kokmaz mı? Bu eşek hiç Niğde' ye sürülmüş müdür? Sürüldüyse o halde yüzbaşısıyla beraber sürülmüştür. Resmi kayıtlardan,Niğde'ye sürülen yüzbaşıların listesi yapılıp,bu eşeğin sahibi olan yüzbaşı bulunamaz mı ve yurdum insanı aydınlatılamaz mı?Bor'un pazarı geçmiştir ve Avrupa borlarımızı lekelemektedir,Bor pazarını geçen eşek,Niğde'de bor olmadığını bilmemekte midir? Merak insanı telef etmektedir,boru diil yani ....Boru neden bu kadar önemsizdir? Çok önem verilen şeylere neden "Boru diil " denmektedir,boru denen şey,dünyanın en önemsiz en ehemmiyetsiz şeyi midir?öyle ise insan vücudunda neden iki tane yer almaktadır ve birinin muhteviyatı ötekine kaçtığında,ölümlerden dönülmektedir?Nefes borusuna yemek,yemek borusuna da hava kaçtığında insan neden fena olmaktadır?Demek ki boru önemlidir,Türkiye'nin Bor'u da önemlidir....Geyik ne tür bir edebi akımdır ve bu yazar,bu geyiği bitirmeyi düşünmemekte midir?Geyiklerin muhabbeti nasıldır ve ne geyiği...Ren geyiği... ne rengi, kahverengi, ne kahvesi, ev kahvesi, ne evi,dağ evi, ne dağı, ağrı dağı ne ağrısı baş ağrısı, ne bası kuş başı, ne kuşu, muabbet kuşu ne muabbeti, geyik muabbeti.Ne geyiği, ren geyiği......

OY ŞİŞMANIM ŞİŞMANIM,ŞİŞMAN SEVDİM PİŞMANIM

Çok yiyen yiyip yiyip doymayan hep ayıplanır değil mi? Oburluk ayıp,doymamak iğrençliktir! Hele yemekten az önce kalkmış birinin çayla da bir şeyler atıştırması,toplumca dışlanmanıza bile sebep teşkil edebilir. -Aaa!Doymadın mı sen,az önce yemek yedik? Topluca hamburgerciye,pizzacıya ya da akşam yemeğine falan gidilir hani sosyallikten çatlama aşamasına gelebilmek için.Genelde oburluk,erkeklere mübah,dişilere tabudur.
Hele o masada,dişiyseniz ve uzun zamandır gözüne girmek için uğraştığınız bir adam varsa,sırf gözünün bebeği(ama ince zarif bebeği) olabilmek umuduyla,tek bir bezelye tanesiyle bile doyabilirmişsiniz gibi görünmek için uğraşır durursunuz… -Iıı…şey,ben bir dilim ,böyle ince,minik olsun ama,pizza…yanına da bir layt kola…(Burası çok önemli,layt kola içmiyorsanız,cemiyet dışı,görgüsüz,bakımsız,hatta dağlı bile addedilebilirsiniz,dikkat!)
Aklınızdan geçen,büyük boy hamburger,duble patates,bol mayonez,büyük seçim kola,yanında elmalı tart falandır ama mideye indirdiklerinizle anılabilirsiniz sürekli.Temkinli olmakta fayda vardır deyip,midenin gurultuları duyulmasın diye yüksek sesle konuşur durursunuz.
Pizzanız gelince nazlı nazlı yiyip,diş kovuklarınıza yetirmeye çalışırsınız. Erkekler,karşınızda şaralop şurulup patatesleri,hardalını akıta akıta büyük boy hamburgerleri,çifter çifter dürümleri götürür ve kimse onları garipsemez.Niye?Erkek ya,yakışıııııırrr! Mezartaşınıza,“Öküz gibi yerdi,ölüsü de öküz gibi ağırdı zaten,” “Ruhuna,büyük boy duble Fatiha” Yazılmasını istemezsiniz tabii.
Bu, masadaki adamı tavlayacağım derdinin ikinci aşaması olan çıkma dönemlerinde,hele ilk buluşmalarda,doymak bilmezliğinizi,en zarif biçimde gizleyebildiniz mi,adamın yüzde yetmişbeşini ele geçirdiniz demektir.Geri kalan yüzde yirmi beş ya annesine,ya takımına,ya iş arkadaşlarına ya da arabasına veya dijital oyunlarına aittir.Ve oburluğunuz,o yüzde yirmibeşi de yiyip yutmak istese de,dikkat,yüksek hazımsızlık tehlikesi! Sinemaya mı gidildi o ilk buluşmalarda?Film arasında,patlamış mısır,cips,dondurma veya akla gelebilecek her türlü muazzam şişmanlatıcı gıda tekliflerine kibarca hayır,çok tokuuum,demediniz mi? Düşüşün ilk adımlarını attınız!!! Sona doğru yaklaşma hızınız,yediklerinizin eritilmesiyle ters orantıda! Bazen ,biten ilişkilerin ardından, “Öff…yedi bitirdi beni yahu!” diye söylenilir ya hani.İşte bunu duyarsanız ayrıldığınız partnerin ardından,işte bu oburluğunuza ithafendir. Belki kibarlık olsun diye adamın film arasındaki ısrarlı tekliflerinden birini “peki…bir neskafe aliyiimm..ama sütsüz olsun,bir de şekersiz…” diye kabul ediverin ama o arada tuvalete koşup midenize şiddetli bir yumruk atın.Hem guruldamaz,hem kasılıp içeri çekilir,fit görünürsünüz! Ayrıca tuvalet kapısında gizlice çantadan çıkardığınız kepekli mamulatı ağzınıza da tıkabilirniz.Üzerine kahveyi de yuvarlayınca kepekler şişer,sen sağ ben selamet! Aksi takdirde filmin ikinci yarısıyla ilgili tek hatırlayabildikleriniz,patlamış mısır kokuları,hatır hutur kraker sesleri,cips paketi hışırtıları olur sadece.Doğayı dinler gibi huşu içinde gözlerinizi kapatır ve başka organizmaların sorunsuzca kalori yüklemelerini dinlerken uyuyakalabilirsiniz. Çok ısrar ederse,onun elinde tuttuğu dev mısır paketinden isteksizce üç tane alın ve başarabiliyorsanız(biliyorum çok zor) ağır ağır,sanki işkence ediyorlarmış tavırları içinde yiyin. Eğer kiloluysanız şöyle düşünecektir -Yahu bu bir şey de yemiyor,organizması yavaş çalışıyor ondan heralde… Eğer ince vücutlu oburlardansanız, -Yavrucak pek iştahsaz,bir şey de yemiyor ki kilo alsın…Her durumda,siz öndesiniz,hehehe. Nihayet bu buluşma biter ve evinize bırakır sizi.İlk yapacağınız şey herhalde kanepeye uzanıp soda limon içmek olmayacaktır!Kapıyı adamın arkasından kapatır kapatmaz mutfağa hızlı çekim kıvamında koşarsınız ve midenize yüklediğiniz günahın korkusuyla hesap gününü düşüne düşüne onu şımartırsınız,olur biteeeer. Uzun lafın kısası,hem valla hem billa,ben seyrediyorum görüyorum ki,güvenip de beş keçinizi bile emanet etmeyeceğiniz görünümlü ,at hırsızı kılıklı adamlar bile TV lerde kendilerine eş ararken,kilolu olmasın diye tutturuyor. Siz önce adamı bulun,onu kilosuz olduğunuza ikna edin,evlendikten sonra nasıl olsa Türk Medeni Kanunu gereğince kilo alacaksınız.
Türk kadınının evlendikten sonraki halini neredeyse kanunla belirleyebilecek standartlar geliştirdik toplumca…İlgili konu için aşağıdaki yazımı bir okuyun derim… EVLİ KADINLAR DONDURMAYI NASIL YER?

EVDE BAŞKA OKULDA BAŞKA ANNE

Ben ilkokula giderken bir gün annem okula geliverdi.Onu koridorda ilk gördüğümde,ben de diğer arkadaşlarımın yaşadığı şaşkınlığı yaşadım.Zil çalmıştı ve ders başlamak üzereydi.Annem koridorda yürüyüp de benim sınıfıma doğru yaklaştıkça,sağından solundan öğrenciler ona selam vererek kapılarını kapatıp sınıflarına giriyorlardı.Bir an,"aaa...bu yeni öğretmen aynı anneme benziyor" falan oldum.Sonra yanıma yaklaşıp bana harçlık verdi,öptü,sevdi.Herkes şaşkınca benim ve bu yeni öğretmenin arasındaki samimiyeti seyrediyordu.Sonra öğretmenimiz yaklaştı sınıfa ve ikisi selamlaşıp konuşmaya başladılar. O gün ben de dahil herkes annemi okula yeni gelmiş bir öğretmen sanmıştı.Saçı,makyajı giyimi öylesine titiz ve ortama uygundu ki,okulda bir yakınımı gördüğümde panik olup utanan ben,o gün bir tuhaf olmuştum.İçim gurur dolmuştu. Oğlumun okul toplantılarına gidiyorum şimdi,halk dilinde kazık kadar denilen ebatlarda kocaman kadın oldum.Aynı zamanda öğretmenlik geçmişim de var.Okullara gelen velileri de çok fazla görmüşlüğüm vardır anlayacağınız.Bazı annelerin dehşete kapılmama neden olan giyim tercihleri oluyor. Bir bankaya veya doktor muayenesine giderken asla eşofman altı,terlik,penye bluz,hatta ayakta çetik,patik giydiremeyeceğiniz bu anneler nedense çocuklarının okullarını,bakkaldan iki yumurta alıvereyim de geleyim türünde bir giyimle ziyaret ediyorlar ve bu beni deli gibi rahatsız ediyor. Herşeyi bir tarafa bırakın,orası bir devlet kurumu yahu. Evladınıza bir saygınız olmalı,öğretmeni yan komşunuz da olsa,okul evinizin bahçesi içinde bile olsa,o kıyafetle çocuğunuzu temsil edemezsiniz. Ya da kocamaaaan göğüslerinizi ortada bırakarak sıkıştıran derin dekolteli bluzla,kocamaaan poponuzu sımsıkı saran taytınızla çocuğunuzun okuluna gelemezsiniz. Sabahları oğlumun okul servisini camda beklerken görüyorum hala,evladını okul servisine bindirmek için evden çıkmış anneleri.Ayağında pembe pazen,çiçekli pijama altı,arkasına basılmış paspal ayakkabılar,saç baş korku filminden fırlamışçasına abartılı dağınık ve pasaklı. Yahu bu kadar mı zordur saçını düzeltip,altına düzgün bir şey giyip de evden çıkmak.Bir de tüm servisler gittikten sonra bu annelerin kaldırımüstü sohbetleri vardır ki yarım saat en az! Sanki evde soba dumanı tütmüş de kendini dışarı zor atmış,eve girmek bilmez. Kızına büyüdüğünde ortalıkta nasıl dolaşacağı,oğluna da kadınların sokakta nasıl olmaları geretiği konusunda hoş örnek oluyorlar doğrusu!!! O yüzden o çocuklar büyüdüklerinde, sokakta temiz bakımlı kadın görünce, öküz gibi bakan,laf atan,bu kadınları MAL diye niteleyen türde erkekler olup çıkıyor.Biraz bakımlı,biraz makyajlı kadınlara tav oluyor,köle oluyorlar. Namuslu kadın,anaç kadın tipi kafalarında hep bu bakımsız ve hırpani anne ile eşleşiyor belki de.Bakımlı ve alımlı kadınlara başka bir gözle bakıyorlar.Hatta bu yüzden öğretmenine bile aşık olan var. Hatta bu yüzden annesini beğenmeyen,haketmediği halde annesini başka annelerle kıyaslayıp annesini aşağılayan öğrenciler biliyorum.Bunların hiç birini yaşamaya ne siz layıksınız,ne de o gözünüzün nuru yavrunuz. Yahu canım ciğerim anneler,noolursunuz evladınızın sosyal ortamına gireceğiniz zamanlara özen gösterin,sabahın köründe makyaj yapıp saçınıza fön çekin demiyorum da azcık temiz,azcık özenli,azcık daha yüzüne bakılır,insan içine çıkabilecek şekilde dikkat edin noolursunuz. Çocuk iç dünyasında,arkadaşları arasında,neler duyuyor,neleri sineye çekiyor büyüyünce neleri neleri içinde gizleyip de sonradan patlatıveriyor ah bir bilseniz. Çocukları ile çok samimi diyaloglar kurabilmiş,ailelerine anlatamadıkları bir çok sırlarını paylaşmış bir öğretmen olarak söylüyorum bunu,lütfen bir kez daha düşünün.

GİZLİ ÖZNEM

O çok yakından bildiğiniz,hayatınızın akışı içinde beyninizin bir yerlerinde anılarınızda sakladığınız vezaman zaman özlemle andığınız kişiyle bir gün karşılaşıverirsiniz. Size cüzdanındaki ya da telefonundaki resimleri gösterir. “Bak bu kızım/oğlum…” “Bak bu eşim” Hayatı bir şekilde akıtmıştır aynı sizin gibi.Sesi aynıdır bir tek,belki de kokusu.Nefesinin ya da teninin kokusu.Belki kullandığı koku da değişmemiştir ama hepsi o. Saçları azalmış veya kısalmış,rengi değişmiştir büyük ihtimal.Kilosu kesinlikle aynı değildir.Ne olmak isterdi,oysa başka bir şey olmuştur,hayal ettiği şeyden çoook uzaklarda. Hiç yapmam,hiç bana göre değil dediği bir şeyi yapmaktadır veya yapmıştır ve hiç gocunmadan anlatır size bunu.Hesap sormayacak kadar hoşgörü birikmiştir içinizde. Evi değişmiştir,adresi değişmiştir,arabası,telefonu falan değişmiştir.Hayatı değişmiştir.Sizin anılarınıza ihanet ede ede yaşamıştır hayatı,siz yokken. Hayat bir yerlerinizden akıp akıp giderken,siz de onun beyninde kimbilir ne büyük şoklarla değiştiğinizi bile fark etmeden,içten içe gücenirsiniz bir şeylere. Bu hayat yaşanırken,bu evlilik yapılırken,bu çocuk doğarken veya büyürken ben yanında değildim diyedir belki gücenikliğiniz ama hak iddia edemezsiniz. Neden koptuğunuzu ve şimdi hangi şeyin sizi yine bir arada tutabildiğini bile düşünmeden sorular sorarsınız birbirinize ve lafı birbirinizin ağzından ala ala kendi hayatınızı anlatır,karşılaştırırsınız. Bu belki kuzeniniz,belki kan kardeşiniz,belki can dostunuz,belki eski mahalle arkadaşınız,belki eski iş veya asker arkadaşınız,belki eski sevgiliniz,belki eski eşiniz,belki eski komşunuz,akrabanız …ama mutlaka bir şeyiniz olmuştur hayatta. Benimki ağabeyimdi. Hayatta hep part time bir arada olabildik.Zaman zaman birbirimizi bulduğumuzda; biriktirdiklerimizi,zaman zaman tükettiklerimizi anlattık. Tükettiklerimiz,biriktirdiklerimizden çoktu. Acı günlerinde yanında değildim.O da benim. Güzel günlerimizi birbirimizle paylaşamadık.Oğlum doya doya dayısı ile paylaşamadı çocukluk anılarını.Ben de bir halayım ama yeğenim varlığımı sadece ismen bilir. Büyürken bir şeyler eksikti aramızda bizim.O değil,ben büyürken. Hep tırsardım onun varlığından ama içten içe de gurur duyardım.Kız arkadaşlarımın hemen hepsi ona aşıktı çünkü.İyi müzikler yapardı,iyi müzik dinlerdi,bir de grubu vardı,benim okul balolarımda çalarlardı,herkes ona hayran,dışı seni içi beni yakar. Bana abimi sorarlardı sürekli,ben de kendime uydurduğum abi-kardeş masalı içinde uyduruk maceralar anlatırdım onlara şişine şişine.O BENİM abimdi. Ama gerçekte hiç biri yaşanmamıştı o anlattıklarımın.Olanı değil,kendimce olması gerekeni uydurur anlatırdım işte... Şimdi geriye dönüp baktığımda yaşanıp yaşanmadığını da pek umursamıyorum aslında.Ben kendime bir uydurma anılar müzesi yaratmışım çocukken ve pek de hoşuma gitmiş.Gülerek hatırlıyorum o yalanları ama inkâra lüzum yok içimde bir şeylerin yokluğu da bas bas bağırıyor,susturamadığım bir şeyler yok değil. Seyrettiğim ya da okuduğum bir eserde bir abi ve bir kız kardeş varsa mesela ve süper iyi geçiniyorlarsa,rahatsız olurdum biliyor musunuz.Böyle olmamalıydı sanki.Sanki ben ve o gibi olurlarsa,rahatlayacaktım,içimden yılların yaşanamamışlığını atacaktım sanki. …………………………………………………… Kızıyla çektirdiği bir fotoğrafını gösterdi bana.Gözlerinde otuz yıl öncesine saplanmış bir bakış var.O baktığı yerde ne görüyor bilemem ama ben kendi yerimi görüverdim birden.Öyle derin,öyle yıpranmış bir bakış. Arkasından onun boynuna sarılmış olan kızı(Tıpkı ben!) benim yıllar yıllar önce, yapmak için yanıp tutuşup da bir türlü cesaret edemediğim şekilde sarılmış babasına.Abimle böyle bir tek fotoğrafım yok.Hatta abimle bir tek yan yana fotoğrafım yok.Aynı mekanda,aynı yerde bile yok. Abimle yan yana veya aynı mekanda(evimiz dışında)yaşanmış bir tek anım bile yok.Hepimiz (biz üç kardeş yani) evlendikten sonraki anıları saymıyorum,düğün nişan fotoğrafları falan değil demek istediğim. Büyürken üç kardeş büyümedik nedense. Ablam ve ben,ablam ve abim olarak büyüdük. Abim ve ben hiç olmadı yani. Bu fotoğraf beraberce yaşayamadıklarımızın,hayatlarımız içinde bir türlü var olamayıp gizli özne olarak kalakaldığımızın da fotoğrafıydı aslında. Hayat biryerlerden akar,siz kendinizi hayatın içinde sanırken… Hayat bir yerlerden sıkar,siz kendinize birkaç beden büyük olduğunu sanırken… Hayat bir yerlerden sızar,siz hayatı hiç yaşayamadığınızı zannederken… Hayat,çoook yakından tanıdığınızı zannettiğiniz kişilerin hayatına dahil olamadığınızı yüzünüze vurduğunda,onun hayat olduğunu anlarsınız. Seni seviyorum abi. Beni ziyarete geldiğinde,(ki söz verdin geleceğine) avuçlarını da getir,yüzümü dayayayım.Çocukluğumdan beri özlüyorum bunu.Hem de çok…