sağtık

GÜZEL ATLAR ÜLKESİ

Yaşayan her canlı ölümü tadacaktır diye yazar ya Zincirlikuyu mezarlığında… Yaşayan her canlı,KAPADOKYAyı görmeden ölümü tadmamalı. Orada anladım ki ben bu yaşa,sırf orayı göreyim ve Tanrının heykeltıraşlığına,ressamlığına bir kez daha tüylerim diken diken olarak şükredeyim diye gelmişim,bu ömrü bunun için yaşamışım. Abartmıyorum…ya da abartıyorum evet,abartılmadan anlatılması mümkün olmayacak bir yerden sözediyorum çünkü. 60 Milyon yıl önce püskürmüş üç dağın yarattığı bir görsel şölen. Erciyes,Hasandağı ve Güllüdağ bu mimarinin fırçaları,tanrı asıl ressam. İnternet arama motoruna Kapadokya yazdığınızda karşınıza çıkabilecek yüzlerce,binlerce resim var.Ama onlara dokunmak,onların gerçek boyutlarına şahit olmak,içlerine kazınmış kiliselere,manastırlara,yeraltına doğru inen şehirlere girmek,yüzlerce yıl önce yanmış ateşlerin duvarlarda bıraktığı siyah islere dokunmak,duvarlara güvercin yumurtalarının akıyla karıp boyadıkları fresklerin bu gün hala nasıl capcanlı durduğunu hayretler içinde seyretmek olağanüstü bir deneyim. Harikulade tur şoförümüz Kenan Kaptan ve yine harikulade rehberimiz Sercan eşliğinde orada geçirdiğim o iki günü günlerdir unutamıyorum. En kısa zamanda tekrar oralara dönüp bir ilkbahar mevsiminde vadi yürüyüşlerine katılmayı kafaya koyduk. Burda size tarihçesinden,oluşumundan,nasıl oluştuğundan falan sözedecek değilim,zaten isteyen,merak eden bu bilgilere ulaşır rahatlıkla. Tek yapamadığımız şey,balonla yukarıdan seyretmekti ama bunu hiç yapamayacağımızı biliyorum.Oğlumuz çok istemesine rağmen hem hava koşulları çok çetindi hem de eşim de ben de balondan müthiş tırsıyoruz,karadan seyretmek en iyisi. Ne yapın ne edin gitmediyseniz gidin. Çömlek kebabı yiyin,eski kervansaraylardan dönüştürülmüş restoranlarda harika kahveler için,Avanos’ta çömlek evlerinden birine girip oğlumun müthiş bir heyecanla yaptığı şeyi yapın,ayak tablasında çömleğe şekil verin.Kızılırmak nasıl yoğrulup tabak,testi oluyor hayretle kendiniz şahit olun. Eski manastırlarda,eski kiliselerde,tüyleriniz diken diken olarak,tıpkı bizim gibi bir zamanlar orda yaşamış olduğunuzu farzedin.Eski taşların,eski yemek masalarının,eski taş yatakların kokusunu içinize çekin,kayaya oyulmuş mezarlara hayretle bakın.Keşişlerin duvarlara sadece delikler açarak merdiven oluşturdukları ve nasıl tırmanıp indiklerine asla akıl sır erdiremeyeceğiniz kaya keşiş evlerini görün.Hala oluşmakta olan peri bacalarının oluşum süreçlerinden birine gözlerinizle şahit olun.Normal yürürken aşağıya doğru bir bakın ve aslında oluşmakta olan bir peri şapkası üzerinde durduğunuza hayretle şahit olun.İçinizden,yüz yıl sonra kimbilir burada benim görmediğim neler oluşmuş olacak diye merak edin.Kırmızı,yeşil ve sarının nasıl inanılmaz bir tual gibi bir vadiyi rengarenk boyayabileceğine hayretle tanık olun.Deve,at,balık,Mevlevi ve meryemana şeklini almış kayaların oluşturduğu Devrent Vadisini tepeden izleyin. Kaymaklı yer altı şehrinde tarihin alt katmanlarına doğru ürkütücü ama heyecan verici bir yolculuğa çıkın.Aşağıdaki bilgileri bir başka siteden aldım ve kopyalıyorum “Şehrin giriş katında hayvanların bağlandığı yerler bulunuyor. Sonra da yiyeceklerin depolandığı bir başka bölüme geçiliyor. Yeraltı şehrinin her bir bölümü diğerine dar tünellerle bağlanıyor. Ve her giriş değirmentaşı biçimindeki hareketli kaya kapılarla kapatılabiliyor, bu şekilde düşman saldırılarından korunuluyor. Yeraltı şehrinin şarap yapımında kullanılan odaları da var. Şehir toplam 40 metre derinlikte 8 kattan oluşuyor. Şehrin mükemmel bir doğal havalandırma sistemi var. Ortak mutfağı ikinci katta. Gerek Kaymaklı’daki, gerekse Derinkuyu’daki yeraltı şehirlerinin tüm katları henüz ziyarete açık değil. Kaymaklı’nın 20 metre derinlikteki 4. katına, Derinkuyu’da ise 55 metre derinlikteki 8. katına inilebiliyor. Derinkuyu’nun toplam alanı 4.5 kilometrekare. Yaklaşık 20.000 kişinin yaşadığı tahmin ediliyor. Kaymaklı ise Derinkuyu’nun aşağı yukarı yarısı kadar. Yeraltı şehirlerinin yapımına hangi dönemde başlandığı kesin olarak bilinmiyor. Şehirlerin Hitit döneminde var olduğuna, Hristiyanlık döneminde de genişletildiği ve özellikle Arap akınlarına karşı korunmak amacıyla kullanıldığına ilişkin bilgiler var. Şehirlerin yiyecek depolamak amacıyla da kullanıldığı anlaşılıyor. Ayrıca akılalmaz doğal havalandırma sisteminden dolayı uzaylılar tarafından yapılmış olabileceğini iddia edenler bile var.” Kapadokya,pers dilinde güzel atlar ülkesi demekmiş.Orijinali KATPADUK veya KATPATUKYA diye geçiyor. Bölgeye ilk indiğimiz gün,saat sabahın üçü ya da dördü falandı.Kayseriden bir saatlik bir yolculukla otelimize ulaştık.Öyle bir fırtına vardı ki,neredeyse tur minibüsünü devirebilirdi.Gece sabaha kadar titreyerek ve resepsiyondan istediğimiz yedek battaniyelerle uyuyabildik.Sabah uyanıp pencereyi açtığımda öyle bir çığlık koparttım ki oğlum ve eşim sıçrayarak uyandılar.Her yer karla kaplıydı ve hala yağıyordu.Odamız harikulade bir vadi manzarasına ve iki adet dev kaya piramite bakıyordu ve bu manzara tamamen karla kaplıydı.Kahvaltımızı ederken kar durdu.Sonra tıpkı korku filimlerinde olduğu gibi inanılmaz bir hızla terastan görebildiğimiz tüm vadiyi bembeyaz bir sis kapladı.Eşim kara razıydı,sis gezimizi mahvedecek bir şey göremeyeceğiz diye bayağı hayıflandı ama yarım saat içinde sis çekilirken bir yağmur da başladı ve tüm karı alıp götürdü.Ama gözün görebildiği ufuk çizgisinde hala pek çok yerin sisle kaplanmakta olduğuna hayretler içinde şahit olduk. Gezimiz devam ederken bir güneş,bir yağmur devam etti,bir ara yine fırtına çıktı…yani bir gün içinde ,görebileceğimiz tüm hava olaylarını gördük desem yeridir. Tur şoförümüz,bize oraya gelen her turistin bir kez yerleşmeyi aklından geçirdiğini söyledi.Bizim de geçmedi değil ama maalesef deniz kenarı olmadığı için sadece geçtiğiyle kaldı.Ama ne yalan söyleyeyim,Ürgüp gerçekten gözle görmeden inanılamayacak kadar güzel bir ilçe ve kayalar,kaya evler ve yeni evler iç içe harika bir panaromik görüntüye sahip.Bu arada hala eski ve yeni asmalı konakların ziyaretçileri var.Ve hatta hala,ikinci konağın önünde birkaç hanım,Dicle Sürmesiiii,diye bağıra bağıra sürme satmaya çalışıyor.Dicle mi kaldı,sürmesi mi kaldı bacım,diyesim geldi tabii.Konağın biriki odası hala eski dekoru ile muhafaza edilmiş ziyaretçiler için ama aslında gece klübü olarak kullanılıyor.Heryerde dizinin fotoğrafları,kahramanların resimleri asılı.Konağın önüne de belediye kocaman bir anıt yapmış,diziye emeği geçen herkesin adını yazdırmış. Asıl güzellik tabii şarap evlerindeydi ve biz şarap tutkunu iki deli şarap almadan asla dönmeyeceğimiz için,şunu da bunu da diye diye şarapları tadıp durduk.Gerçi Şirince’deki şarap evlerinden biraz farklıydı,burada şarabı fabrikasyona dökmüşler,sadece üzümden yapılıyor,Şirince’de ise akla gelebilecek her meyvenin şarabını tadabiliyor,satın alabiliyorsunuz.Ama yine de favorimiz üzüm şarabıdır.Üstelik kırmızı! Dönüş günü neredeyse ağlayacak kadar üzüldüğümüzü de eklemeliyim çünkü gezemediğimiz,onyedi vadi ve yüzlerce kilise ve manastır kaldı.Vadi yürüyüşleri de cabası. Üçgüzeller’i,Zelve’yi,Çavuşin’i,Devrent’i,Ortahisar’ı,Ürgüp’ü,Avanos’u,Göreme’yi,Kaymaklı yer altı şehrini ve Göreme Açıkhava Müzesini(ki favorim burasıdır) Güvercinlik Vadisini ve Paşabağ’ı mutlaka görmeden ölmemeye bakın. Hayatınız değişecek,hele kileseleri gezerken mutlaka bir rehber ile olun,öyle şeyler anlatacak ki bazen ağlamak isteyeceksiniz.Neden mi? Gidin ve kendiniz görün. Güzel atlar ülkesi,mutlaka yine geleceğiz.Vadilerinde tutulmamış sözlerimiz var!.... (NOT=Bir ara vakit bulduğumda,çektiğim resimlerden bazılarını buraya ekleyeceğim.Her ne kadar resimler asla aslını yansıtamasa da...)

Hiç yorum yok: