sağtık

TÜRKİYEDE SÜRÜCÜ OLMAK

Sen her yıl şu kadar bu kadar insan trafik canavarına gitti diye bayram öncesi bilançoları bayram sonrası bilançoları yap,basına açıkla,gazetelerde boy boy akordeona dönmüş araçların resmi çıksın,sürücüyle beraber koca aile yokolsun gitsin...Sonra da hala,devlet olarak,tut,önüne gelen gelmeyen herkese birer ehliyet ver...
Şimdi tamam diyeceksiniz ki bu çok klasik bir lakırdı,ülkenin trafik politikası zaten yıllardır böyle...
Böyle de niye böyle?
Daha geçenlerde bir yazı okudum,Türkiyedeki on senelik sürücü belgesiyle ABD ye ehliyet tasdiki için başvuran birisi,ancak dördüncü mü beşinci mi ne sınavında sürücü olabilir onayını alabilmiş.
Niye böyle?
Bizde çevreden sonra en ucuz şeydir insan olmak.Önce çevrenin sonra vatandaşın ağzına ..çılır ,hatta yakında bu maddeyi anayasaya da koyarlar,nasılsa istedikleri gibi oynayabilinecek hale getirdiler onu da.
Şimdi MTSS de kaç soru vardı?Hatırladığıma göre İlkyardım 30,Motor Bilgisi 40,Trafik ve Çevre Bilgisi(bak bak çevreyi de koymuş hassas devlet...sevsinler) 50 soru...En az kaç alman gerek? Herbirinden 70.başarılı olabilmeniz için puan barajı 100 üzerinden 70‘i geçmeniz gerekir.
Trafik 50 soruda 35 doğru
Motor 40 soruda 28 doğru,
İlkyardım 30 soruda 22 doğru yaparsanız; her bir testten 70 puan alırsınız.
Yani trafikten en fazla 15 yanlış, Motordan en fazla 12 yanlış, İlkyardımdan ise en fazla 8 yanlış yapabilirsiniz.
Bu ne demek?
Trafik konuları içinde 15 adet hayati önem taşıyabilecek derecede önemli kuralı bilmiyorsanız,öğrenememişseniz bile 35 doğru sayısıyla ehliyet sizin?
Kavşaklarda yol verme hakkı?
Bilmiyor,sınavda onu es geçmiş?
Sağa sola dönüşlerde dönüş kuralları?
Bilmiyor,onu da es geçmiş?
Araç sollama,otobana giriş çıkış kuralları?
Yok...şey...kem...küm...
İnişli çıkışlı yollarda araç geçiş üstünlüğü?
Fasılalı yanan sarı ışık?Yanıp sönen kırmızı ışık?
Bu tabela nedir?Şey...taşıt giremez miydi,yoksa taşıt trafiğine kapalı yol muydu?
Yol çizgileri?Trafik polisinin işaretleri?(Gerçi öğretilen şekilde trafiği yöneten,kollarını doğru kullanan bir tek trafik polisi gören hatıra fotoğrafı çektirsin...o da başka bir konu!)
Evet?
Yok!
Niye?
Eh,şey,sınavda ben bu konuları es geçmiştim ama olsun 70 i kaptım,ehliyeti de...
Benim gittiğim kursta bana direksiyon öğreten beyefendi eski bir taksi sürücüsüydü.Genelleme yapmayalım ama taksi ve minibüs sürücülerinin trafiği ne hale getirdiklerini herkes bilir.Kalabalık bir ana caddeye çıkmak üzere olduğumda,tüm kuralları yerine getirdiğim ve bunun için trafiği beklediğim zamanlarda bana kızar ve sen çıkar aracın burnunu nasılsa yol verirler,ne bekliycen şimdi,böyle araç kullanılır mı diye kızardı!
Bir aracın geri vitese takıldığında arkasındaki lambaların beyaz yandığını bana hiç öğreten olmadığından,ilk trafiğe çıktığımda neredeyse geri geri üzerime gelen bir inşaat kamyonunun altında gidecektim....
İşte böyle...
50 Temel kuraldan,50 can alıcı husustan sen 15 tanesini bilmiyorsan bile ehliyet alabiliyorsun bu ülkede ve sonra da asla o sürücü kitabını bir daha açmadığın için o 15 konuda ömür boyu bilgisiz kalıyorsun,güdülerinle ite kaka bir sürücü olup çıkıyorsun!
Ne olmalı?
Sürücü kursları sadece kurs vermeli...Direksiyon sınavları gece sürüşü,gündüz sürüşü,otoban sürüşü,falan gibi farklı etaplara bölünmeli.
Yoksa aracı kaldır,birinciden ikinciye tak,20 metre git,yokuşta kaydırma,bitti...
Bu eğitim biçimiyle,bu emekli trafik canavarlarının direksiyon öğretmesiyle olacak şey değil bu.
Ayrıca adam almış diyelim ehliyeti,aradan geçmiş beş on sene...adam hala trafikte...Bu arada adam uyuşturucu bağımlısı olmuş mu,alkolik mi,psikolojik hastalığa yakalanmış mı,belki bir gözünü kaybetmiş,belki artık duymuyor,belki artık katarakt iki gözünü de perdelemiş,belki refleksleri harap olacak bir nörolojik hastalığa yakalanmış...bu durumu bilen var mı,hayır!
Hala trafikte,niye?
Almış bir kere o ehliyeti...
Trafiğe çıkacak araçlar bile her yıl denetlenirken trafiğe çıkacak sürücüler maalesef asla böyle bir yıllık denetimden geçmiyor.
Adam almış ehliyeti on sene önce ama daha kontak açmamış hayatında...birgün hasbelkader araba alıyor,hooop direksiyon başına...Trafik kuralları?Ohooo onları hatırlayacak hal mi kalmış diyoruz ya on sene olmuş...Ama nedir,var ya ehliyeti!Tamamdır artık!
Oooff ki of...
Bir trafik bakanlığı olmalı bu ülkede,hiç değilse bile trafikten sorumlu bakan...Bütün düzenlemeleri bütün eksikleri bütün kanunu yasayı yürürlüğü yeniden tarayacak,tüm eksikleri bulup listeleyecek,tüm düzenlemeleri yapacak...
Ha....
Tabii bir de rüşvet yemeyen trafik zabıtaları eğitilecek...
Yarın yavrunuzun,öbür gün sizin katiliniz olabilecek sürücülere göz açtırmasın üç kuruşa sizin yarınlarınızı satmasın diye...
Bir araba,bir tabancadan bir bıçaktan daha tehlikeli bir cinayet aracı olabiliyor çünkü...Hedefin kaç kişi olduğunu asla kestiremeyeceğin için...

KIL OLUYORUM!!! !!! !!!

*Telefola seni arayıp sonra müsait misin bile demeden birden kendisinin önemsiz bir derdini anlattıkça anlatıp seni telefonda esir alanlara...
*Dondurma aldığın pastanenin elemanının senin kornetine eldivensiz dokunmasına...
*Sohbet programlarına katılan konukların sabah sabah tuvalet,abiye falan giyinip gelmelerine
*Herkesin ama herkesin birer saç düzleştiricisi edinip yakışıp yakışmadığına bakmaksızın,ortalıkta mısır püskülü gibi saçlarla dolaşmasına...
*Öğretmenlerin çocuklara birsürü gereksiz karton renkli kağıt vesaire ödevi verip bunu evde annelerin yaptığını bile bile not vermelerine,bu sebeple bir sürü kağıt ve ağaç katliamına göz yummalarına,sonra da kalkıp dünyayı koruyalım zarar vermeyelim nutukları atmalarına...
*Evdeki misafirin üstüne hiç beklenmedik başka bir misafirin gelip,evdekileri esir almasına,oturdukça oturmasına...
*Yemekteyiz programında yemek yapanların yaptığı normal bir şeyi sanki kendisi keşfetmiş gibi bunu böyle yapıyorum ki böyle böyle olmasın diye fetva vermelerine...
*Okul servis şoförlerinin öğrencilerle sürekli laubali olmasına...
*Bağıra bağıra konuşunca kendi öz güvenini ispatlayacağını sanan kırıntı beyinli tiplere...
*Takım elbise giyen erkeklerin ellerini pantolon ceplerine sokup,kendilerini milletvekili olmuş havalarına sokmalarına...
*Market kasasında senden önceki müşteri daha aldıklarını kasa arkasındaki yerden poşetlemeden kasiyerin senin aldıklarını cırt cırt kasadan okutmaya başlamasına....
*Telefon etmek yerine özel günlerde mesaj yollamayı tercih edenlere...
*Telefon edip direkt ''naapıyosun'' sorusuyla muhabbete başlayanlara...
*Doğurduğu çocuğu sevip kollamakla yetinmeyip onu dünyanın en muhteşem varlığıymış gibi çevreye pazarlamaya çalışan,habire öve öve anlatıp duran annelere,babalara...
*Kendi çocuğunu sınıftaki en özel varlıkmış zannedip öğretmenden özel muamele bekleyen velilere...
*Yerli malı haftalarının tıkınma şenliklerine dönüştürülmesine...sanki Türk malı demek sadece börek sarma kısır kurabiye demek..
*Daha 10'lu yaşlarını sürerken Facebooka üye olup hergün gördüğü okul arkadaşlarıyla ordan yazışanlara...
*Forward edilen powerpoint formatlı maillere...
*Forward edilen başka formatlı maillere...
*Saçlarım çok dökülüyor diye yakınıp duran ve habire renk değiştirip her boku saçlarına sürmeye devam edenlere...
*Bakliyat seçen ve bulgurla buğdaya çıldırıp,pirinci beğenmeyip yemeyen güvercinlere...
*Herkesin içinde bacaklarını ayırıp arka patisini yalayan terbiyesiz ve edepsiz kedi milletine...
*Müşteriye başka bir isteğiniz var mı diye sorup müşteriyi salak yerine koyan satıcıya...varsa söyleriz di mi senden mi çekinicez ulam?
*Amacın dışındaki her türlü şeyi sorup seni bunaltan kuaförlere...(şunu da yapalım mı,bunu da yapalım mı...sanane yahu sen dediğimi yap işine bak yeter...)
*Daha iki gün önce verdiğin tarifi can kulağıyla dinleyip iki gün sonra neydi o tarif diye seni arayanlara...
*Eciş bücüş yürüyüp kendini tüm çevreye komik düşürdüğü halde topuklu ayakkabı konusunda inat eden hatunlara...
*Çorapla beraber giyilen burnu açık ayakkabılara...
*Dudaklarında makarna yağı birikmiş gibi duran dudak parlatıcısına ve onu kullanan cümlesine...
*Kuaförden çıkınca kendisini dünyanın en güzel kadını sanarak tuhaf havalara giren hatunlara...
*Kaşını bıyığını kuaförde aldıracak kadar el becerisi bile olmayan hatunlara...
*Çaydanlıktaki çay çöpünü lavaboya veya tuvalete dökenlere...
*Demli çay içtiğimi bildikleri halde imamın abdest suyu gibi çay demleyen cümle arkadaşlarıma...
*Köşe yazarlarının kendi özel hayatlarıyla ilgili gereksiz şeyleri kamuya ait o köşede yazıp durmalarına(örnek,Cengiz Semercioğlu,İclal Aydın)
*Albüm kapaklarındaki artistik komik pozlara...
*Vesikalık fotoğrafta otuziki dişini göstererek gülüp poz vermiş olanlara(hayır bu kadar gülünecek ne var onu bilmiyorum)
*Topluluk içinde sürekli "Beni tek çek" diye ricada bulunanlara,kendi fotoğraflarına aşık olanlara...
*Evlerinde,sanki ünlülerin fotoğrafçısına poz veriyormuş gibi,ya da film afişinde kullanılacakmış gibi giyinip,arkasına da bir fon beğenip sonra da başka yere bakarak poz verenlere...(o fotoğrafın çekildiğinden hiiiç haberi yokmuş hiiiç...tamamen tesadüfen çekilmiş!!!)
*Albümlerini önünüze serip bu şurda,bu burda çekilmişti diye çin işkencesi yaparak anlatanlara...
*Sabah işyerine gelip ilk işi çay isteyip çantasından çıkardığı poğaçayı simiti yemek olanlara...evinde yapsana ülem!!
*Poposu büyük olduğu halde üzerini kapatmadan o koca popoyu gözümüze soka soka daracık pantolon giyip dolaşanlara...
*Hayvanları öpüp sevip sonra o ellerle size çay doldurayım mı,biraz daha kek vereyim mi diye soran ev hayvanı sahiplerine...
*Kıl olduğum herşeyden üzerine alınıp bana mail atanlara...
*Seksen doksan sene öncenin Türkçesi ile yazılmış edebi eserlerin hiç bir şekilde öztürkçeleştirılmeden minicik çocuklara okuma ödevi diye verilmesine ve bir de bunların yorumlatılmasına...(çocuklara bir de osmanlıca sözlük hediye edin bari yanında,kelime anlıycaz diye yırtınıyorlar)
*Marketten elinde bir dolu torba ile karnına ağrılar girmiş şekilde kendini apartmanın kapısına zor attığın anda apartman kapısında rastladığın komşunun sanki sabah gezisinden dönüyormuşcasına seni lafa tutmasına....
*Cümle hayatını,elindeki cümle fotoğrafları,neredeyse tüm özel hayat anlarını sabahtan akşama kadar scanner'dan okutup facebook'a yükleyenlere...(millete ne ulam senin sümüklü çocukluk hallerinden...)
*Aşure içindeki pişmemiş buğdaylara...(dişimi kırcam bi gün ama...)
*Dudaktan Kalbe dizisinde yaratılan soğuk nevale Lamia karakterıne
*Hiç bir sebebi olmadığı halde sırf kıllık olsun diye Beren Saat'e...
*Yemekteyiz yarışmasında herkesin birbirini taklit ederek kullandığı abuk sabuk masa süslerine incik boncuklara...ne işi var ya yemek masasında incinin boncuğun...bir kere canlı çiçek zaten yemeği boğar kokusuyla üstelik zararlıdır...bu ne bohem hayat tarzı yaaa...bu ne perhiz bu ne İvedik turşusu yaaa...
(NOT=BİTMEZ....)

YUMURTLUYORUM

* Hayvanların ayakta işeyebilenine "yetenekli",insanın ayakta işeyebilenine "erkek" deniyor... *Tüm evlilikler,kendini,hiç tanımadığın bir aileye beğendirebilme sözleşmesine attılan bir imzadır. *Şeytan,tanrının "Sen en kötüyü oynayacaksın" emrine baş eğmiş en zavallı yaratılandır... *En iyi gününde senin adına en çok sevinen kişiyi sakın terketme.O senin esas dostundur. *Taklidini yapmanın en zor olduğu şey "İnsan olmak"tır. *Bir bebeğin hiç durmadan ağlamasından daha kötü olan şey,bir bebeğin olsaydı nasıl ağlardı diye hasret çekmektir. *Kadın,içinden "insan"çıkartabilen yegane cinstir ve bu nedenle de "cins"tir! *TSE nin çalışma kapsamına alamayacağı tek şey,işlevsel olsun olmasın "BOYU"dur. *Her beddua,tanrının onayına sunduğunuz bir dilekçedir ve her seferinden imzalanacağına kesin gözüyle bakılır. * Birisinin sizi kıskandığını başkalarına ispatlayabiliyorsanız kıskanan kişi karşı cins,ispatlayamıyorsanız o kişi kesinlikle hemcinsinizdir. *Erdemlerini ve meziyetlerini bir türlü pozitif şekilde değiştiremeyenlerin en kolay değiştirdikleri şey parayla satın alınabilen şeylerdir. *Bir kadının,kendi vücudunda,daha uzun olmasını isteyebileceği tek şey muhtemelen kirpikleri ya da saçlarıdır.Onun da takma olanı vardır,halledilir.Oysa erkeğin ,daha uzun olmasını istediği şeyi "takma" olanı ile halletmesi çok zordur.Buna rağmen "kafaya takma" olayına fazla girerler.O nedenle Haydar Dümen fazla mesai yapmaktadır. *Bir çocuğun gözünde ne iseniz,kesinlikle O'sunuzdur! *İsyan etmek,isyan ettiğin şeye uzun zamandır sessiz kaldığının kanıtıdır. *Bardağı taşınar son damla,bardağınızın ebatıyla alakalıdır ve içindeki tüm damlalar,siz izin verdiğiniz için ordadır. *Yalan söylemek,asla utanılacak bir şey olamaz! Utanç verici olan,karşıdakinin bu yalanı yemiş gibi davranarak sizi aldatmasıdır. *Ölünün ardından her ağlayan,onun hatıralarıyla başa çıkamayacağı için kendi çekeceği acının paniğine ağlamaktadır. *Babalık bir erkeği kadından ayıran en garip durumdur.Bir başkasının doğurduğunu ,bir kadın, asla bu kadar derinden sahiplenemez çünkü... *İçeride fazla tuttuğunda ya yumuşar,ya aşırı sertleşir...Bunu asla unutmamak gerek. *Yemeğinize "bebek maması" benzetmesi yapan kişiye ,o tadı nasıl olup da hatırlayabildiğini sorun.Hala yemiyorsa,asla hatırlayamaz! *Boşanmak,yuva yıkmak değil,yıkılmış bir yuvanın enkazını devlet izni ile kaldırmaya çalışmaktır.Yuva olabilseydi,boşanılmazdı çünkü. *Resmi olarak sevişebilme iznini belediye memurundan alabilmeye "nikah",resmi olarak artık sevişmek istemediğinizi hakime bir türlü anlatamayışınıza da "boşanma" deniyor. *Her yeni doğana yanında bir de "kıllanma kılavuzu" verilse,belki büyüyünce epilasyona gerek kalmazdı .*İyi bir düşman kazanmanın en kolay yolu,kız arkadaşına sevgilinizin ya da eşinizin sizi ne kadar çok sevdiğini sürekli anlatmaktır. *Çocuğunuzun davranışları,sizin,hayatta neyi iyi yapıp neyi yapamadığınızı cümle aleme belgelemenizdir. *Evde hayvan beslemek,hem hayvanı hem insanı yaratan doğaya saçma bir başkaldırıdır. *Park yerinden aracı tek hamlede çıkartabilen bir kadına tüm hayatınızı emanet edebilirsiniz.

GÜLÜMSEYİN ÇEKİYORUUUMM…


Herhangi birisinin, banyoyu temizlerken cinnet geçirmiş halini,sınavdan çıkıp kötü geçti diye ağlarkenki halini,karı koca kavgası sırasında evin çocukları tarafından belgelenmiş hallerini falan fotoğraf albümünde görmüşlügünüz var mı?

Ya da annenizin,sizin döküntülerinizi söylene söylene toplarkenki halinin fotoğrafı var mıdır?O kredi kartı borcunuzu nasıl ödeyeceğinizi planlarken,otobüsten inip işe yetişmeye çalışırken?Kabızlık sancısı çekerken? Doktor sırası gelmesini beklerken?Gece uyku tutmadığında?

Böbrek taşı düşürürken?
Yarınki büyük sınava sancılı şekilde hazırlanırken?

İnsanların albümleri hep sahte gülücüklerin belgeleriyle doludur.Habersizce çekilmiş güzel anlar da vardır tabii ama bunlar daha azdır çünkü o güzel anı ölümsüzleştirmek isteyen sizden daha düşünceli birisi olmalıdır o an yakınlarda…

Bir yemeğe gidersiniz,masadaki birine veya yanınızdaki partnere o an çok gıcık olmuş durumda bile olsanız,birisi eline objektifi alıp da gülümseyin,yaklaşıııınn komutunu verdiği anda bunu milli görev bilinciyle yerine getirme güdüsü içine girersiniz. Kafalar birleşir,eller kollar birbirinin boynuna,omzuna sarılır,ağzımızı yayar da yayarız…

Hele gelinle damadın tebriğini yapıp hediyesini verdikten sonraki fotoğraflar en komik olanlarıdır.Gelini ya da damadı hiç tanımıyor olabilirsiniz.Ya da her ikisini de hayatınızda ilk kez görüyorsunuz belki.Eşinizin ya da arkadaşınızın yakını falandır ve o an tebrik için ordasınızdır,hani ayıp olmasın diye.Sonra fotoğraf çekilir,önünüze getirirler,o hiç tanımadığınız gelinle veya damatla sarmaş dolaş,cümleten sırıtık bir şekilde fotoğrafınız hazırdır.Hatta ilerde bakar bakar da kimin düğünüydü diye bir türlü çıkartamayabilirsiniz bile.Ama o anki fotoğraf öyle demez,bu ne mutlu,bu ne şen şakrak bir tablodur diye bağırır.


Adam karısını sokak ortasında bıçaklamıştır ve öldürdüğü karısı ile ikisinin eski bir fotoğrafı gazetede yer alırken,falanca ile filanca,mutlu günlerinde diye fotoğraf altı yazısı kullanılır…İyi de kimsenin mutsuz günlerinde fotoğrafı yoktur ki zaten…

Bu aralar sürekli kavga ediyoruz gidelim de bir stüdyoda şöyle güzel bir asık surat mutsuzluk fotoğrafı çektirelim demeyiz…

Bu günlerde aşırı depresifim bu yüzden çok bakımsızım bir fotoğrafımı çeksene ilerde hatıra olur ,da demeyiz…

Hep çok mutlu ,hep çok eğlenir pozlarına gireriz.

Neden?


Çünkü mutluluk unutulur…


İleride fotoğrafın hangi ruh halinde çekildiğini muhtemelen hatırlamayacağızdır ve bu nedenle ilerdeki kendimizi kandırmak üzere, gelecekteki bize koca bir kazık atarak o gün ne kadar da mutluymuşuz dedirtmek için gülümseriz. Tüm bunlar bir gün albümü açtığımızda kendimizi mutlu sanmamız içindir.

Bu bilinçaltı göreviyle fotoğrafı çeken her kim ise gülümseyin emrini vermeden deklanşöre basamaz.Hatta gülmedin diye eleştirilirsiniz,olmadı bir daha çekilir…

Kendimize yalanlar atmak,geleceğimize mutluluk hikayeleri sunmak üzere çektirilen o fotoğraf ,çekilir çekilmez,her şey eskiye döner,eller çözülür,kafalar yine birbirinden uzaklaşır,gülücükler anında yüzden silinir…

Ama herkese çok doğal gelir bu…


Bir de bunun foto stüdyo versiyonu vardır.

Fotoğrafçı ille de gülümsemenizi ister,altı üstü bir vesikalıktır oysa.
Hem adı üzerinde VESİKA lık…yani belgede kullanılmak üzere..


Ehliyete,pasoya,ikametgah suretine,pasaporta konulacaktır falan yani…Ama güleceksin!


Gülümse ki o belgeye her bakan senin ne kadar sempatik olduğunu düşünsün.


İyi de düşünmesin kardeşim zaten resmi evrak bu…

Hem resimde gülümseyeni isterler,hem de işyerinde fazla gülüp şen şakrak 
olsan,sulu diye laf ederler…


Uzun lafın kısası,fotoğrafların neredeyse tümü yalandır,kendi isteğimizle 
yakınlarımıza ya da aslında kendimize nasıl olmadığımız bir ruh halinin rolünü yapabildiğimizi gösterebilmek için…Sahte anların renkli vesikası!

Blog sayfalarımıza,sohbet programlarımızda avatar boşluğuna,facebook sayfalarımıza,space'lerimize doldurur da doldururuz bunları.

Herkes, ne kadar mutluyuz görmeli!!!


Gerçekten güldüğümüz anlar da vardır tabii hayatta,gerçekten çok mutlu hissettiğimiz...

İşte gerçekten bakmaya doyamadığınız fotoğraflarımız zaten onlardır asıl.Tıpkı yandaki masum gülücük gibi...

Hayatınız gülümseyen kareleriniz kadar gerçek olsun…

AŞAĞIDAKİLERDEN HANGİSİ....

Biliyorsunuz,oğlum bu sene(2008) sekizinci sınıfta ve önümüzdeki Haziranda son SBS sınavına girecek.Harıl harıl test çözüyor tabii.Belki faydası olur,ilerde bürokrat olur da,eğitim sistemini de çözebilecek bir kafa yapısına kavuşur diye avunuyoruz... Oğlumun da dikkatini çeken ve bizim canımızı oldukça sıkan bir mevzu var.Türkçe dersinin testlerinde olsun,okulda öğretmeninin sorduğu sınav sorularında olsun,bir metin çözümleme sorunumuz var ki eminim hepinizin okul yıllarında karşısına çıkmış ve midesini ekşitmiştir. Size bir metin yani bir paragraf verilir ve bu paragrafın ana fikri,teması sorulur.Siz okuduğunuzdan ne anlamışsanız onu işaretlersiniz ama bilir kişiler yani o testi hazırlayanlar der ki hayır ana fikir o değil de budur...Yanlış! İyi de bu o metnin yazarının eksikliğidir kardeşim. Ben okuduğumu böyle algılıyorsam da bu benim algılama yöntemimdir.Demek ki kelimelerini çift anlamlılardan seçmiş,demek ki cümlelerini kesin yargılara vardıracak şekilde dizememiş. Kim karar veriyor bu parafrafın bu anlamda olduğuna? Yorumsa,bu benim yorumum değil mi?Benim yorumumu istiyorsun ki "sizce" diye soruyorsun. Aynı sorun,şiirde de karşımıza çıkar. Denir ki,şair,yukarıdaki dörtlüklerde,hangi duygudan söz etmemiştir ya da etmiştir? Şimdi sanatta metafor diye bişey vardır.Sanatçı,geceyi metafor olarak kullanıp aslında sessizliğe ne kadar hayran olduğunu da anlatmış olabilir ya da geceyi metafor olarak kullanıp sessizliğin ne kadar hüzün verici olduğunu da anlatmış olabilir ama her iki anlatımda da geceyi ve karanlığı metafor olarak kullanmıştır. Ben yalnızlığa övgü diye algılarım onu sen yalnızlıktan şikayet etmek diye algılarsın.Zaten sanatın amacı da insanın duygularını ayağa kaldırmak,hislerinde fırtına yaratabilmek biraz dış dünyadan kopartıp ruhsal dünyasına yolculuk yaptırmak değil midir? Diyelim ki meşhur Han Duvarları şiirinden bir bölüm verildi ve soru soruluyor. Kimisi han duvarlarında şairin yalnızlığa empatisini bulur,kimi acıma duygusunu,kimi realistliğini,kimi han duvarlarını metafor olarak kullanmış ama aslında kendi yalnızlığı ve çaresizliğini anlatmıştır der.Normal olan da budur,senin ruh haline göre nasıl algılayabildiğindir.Bu ruhsal algılanmadaki değişiklikler zaten sanatçının amacı olmalıdır. Fakat Türkçe sınavlarında ne yapılır? Öğrenciden,motomot bir yanıtı seçmesi istenir.Hem sizce diye başlar soru cümlesi,hem de o cevapladığınız "sizce" yi yanlış kabul ederler. Kime göre? Soruyu hazırlayan onu öyle algılamıştır ve onun cevabını seçmezseniz,yanlış cevaplamışsınızdır. Böyle bir mantık saçmalığı böyle bir dar kalıpla edebiyatı yorumlamak olur mu,olabilir mi? Bir düşünürün bir cümlesi,bir aforizması verilir ve asıl anlatılmak istenen sizce nedir diye sorulur. Adı üstünde aforizma...az lafla ,çok şey anlatabilme sanatı yani... Adam ya hiciv yapmışsa verdiği cümlede?Ya eleştiri yapmışsa?Ya alttan alttan dalgasını geçmişse? Siz asıl anlatılmak isteneni zeki bir algılayışla bulur işaretlersiniz ama yanlış çıkar.Neden?Soruyu hazırlayan kişi onu başka türlü algılamıştır çünkü.Belki de en yoz en düz haliyle... Nedir çözüm? Edebiyatı yorumlamak,edebi bir türden,kendince bir şey alıp süzerek bunu hazmetmek bir deneyim ister,çok okumak,çok düşünmek,çok karşılaştırmak,çok ama çok sindirmek ister.Yani bu bir süreçtir ve kişi bu sürece ancak çok okuyarak ulaşabilir. Ortaokul ikiye,üçe giden bir ergene tutup da edebi bir eserden alınmış bir paragrafı bu şekilde yorumlatmak ve üstüne üstlük "sizce" diye bir de yanıltmak kadar abes bir yöntem olamaz. Bu nedenle bu tür yorum sorularının ancak ve ancak üniversite düzeyindeki kişilere sorulması doğrudur.Türkçe adı altındaki sınavlarda,Türkçeyi iyi kullanma,doğru cümle kurma,doğru kelimeler kullanma,yazım kuralları türünden genel kurallar başlığında sorular seçilmelidir. Eğer ille okuduğunu anlama başlığında sorular hazırlanacaksa,yine metin içinden sorular sorulabilir,metni yorumlatmak,yazanın asıl düşüncesini falan sorgulatmak,Türkçe dersi kapsamında olamaz,olmamalı. Ancak,üniversitedeki gibi,metin çözümleme,metin yorumlama gibi bir ders koyulur,öğrenci satırda yazılan ile satır arasında verileni nasıl çözebileceğini ve yorumlayabileceğini metodik olarak öğrenir,ondan sonra bu tür sorular sorulabilir.Bu eğitim verilmeden bu hazzı tattırmadan bu ülkede yeni yazarlar,yeni Yaşar Kemal'ler,Livaneli'ler falan yetişmesini beklemek de olsa olsa hiciv sanatının bir öğesi olur o kadar!

BİRBİRİMİZİ "YEMEKTEYİZ"

Son günlerde hiç kaçırmadan izlemek istediğim bir televizyon programı! Bir kere bir sürü değişik ev aletiyle,farklı aparatla tanıştım.Bilmediğim,daha önce görmediğim yüzlerce ayrıntı.İyi oldu,insanın ufkunu açıyor. Ama şu sofralara serpiştirdikleri renkli taşlar,abuk sabuk boncuklar taşlar falan hala anlayamadığım bir ayrıntı ve hiç bana uygun değil. Tabii bir sürü değişik mutfak,bir sürü değişik ev,bir sürü değişik mobilya ve bir sürü değişik dekorasyon da görüyorsunuz,bu da işin başka eğlenceli tarafı. Bu arada,yapılışını bilmediğim ve merak ettiğim bir sürü tarifi de görerek öğrenmiş oldum,bu da başka bir artısı. Yarışmanın eleştirisine gelince,yarışmacılarda "zor yemek-kolay yemek" takıntısı oluşmuş durumda ki işte buna karşıyım. Makarna kadar basit bir yemeği bile yüzüne gözüne bulaştıran insanların yemeklerini yedim hayatta. Yağda yumurtayı yağ havuzunda yumurta şova dönüştüren,hazır çorbayı hazır bulaşık suyuna çeviren bir sürü insanın yemeğini tattım.Yani bir şeye lezzet katmak o şeyin kolay ya da zor hazırlanmasıyla nasıl alakalı olabilir.Sen yediğin yemeğin hakkı verilmiş mi ona bak. Bir de bu İtalyan makarnaları,çin sebzeleri ve yemekleri pişiren yarışmacılara takık durumdayım.Bir insanın daha önce yemediği ve ilk defa tatmış olma ihtimalinin çok yüksek olduğu bir şeyi eleştirebilmesi çok zor değil midir?Ben şimdi hiç tortorelli fettucuni falan yememiş birisi olarak o sofrada ilk kez bunu yersem ,nasıl eleştireceğim?Daha önce yemedim ki neyle kıyaslayacağım?Tuzu,kıvamı,yağı vs.nasıl olur diye hiç bir fikrim yokken? Ha bir de tam tersini yapıp,mercimek çorbası,barbunya pilaki,kuru fasülye falan gibi geleneksel yemekleri pişirenler var.Şimdi tamam da,bu yemeği yapmayı,pişirmeyi hemen herkes biliyor zaten.Ne diye oturup senin kuru fasülyeyi nasıl pişirdiğini seyredeyim,neresi ilginç? Ne olur? Fazla aşırıya kaçmadan bilinen ama pişirilmesi ayrıntı ve püf noktası isteyen Türk yemeklerini yaparsın...Hünkar beğendi,Ali Nazik falan gibi...Saymaya kalksam burda listeler dolar taşar. Bir konu daha var,akşam yemeği sofrasında kısır,mercimek köfte falan olur mu yahu? Bunlar kadınların beş çayı ikramıdır en fazla. Akşam yemeği kültürümüz ne kadar zayıfmış bunu anladık. Hangi yemekle hangi yemek birbirine yakışır,alternatifli sofra nedir hiç kimsenin haberi yok,bunu anladık. Türkler sade ve resmi sofra düzeni hakkında çok zayıfmış bunu anladık. Ev sahibi olarak servis yaparken hala bardakların ağız kısmına el değmemesi gerektiğini bilmiyorlar bunu anladık. Akşam yemeğinde ekmekler şöminelik odun gibi dilinmez,bunu da bilmiyorlar,anladık.Üstelik bayat market ürünü dilimli ekmek hiç konulmaz,bunu da bilmiyorlar,onu da anladık. Yemek eleştirmek demek yemekte kusur aramak değildir,ama herkes bundan bihaber,bunu anladık. Türkler yemek pişirirken her şeyi ama her şeyi on parmakla hallediyorlar,salataya bile ellerini sokuyorlar bunu anladık. Hijyen mijyen hak getire,ben o sofraların çoğunda ağzıma lokma koymazmışım,bunu anladık.Bu arada,hijyenden kastım o uyduruk ameliyat eldivenleri hiç değil.Kimse bana yemek yaparken onları taktıramaz.Bu arada programın anlatıcısı(Tarkan Koç) sürekli,eldiven takmayanı hijyenik olmamakla itham ederken,yarışmacıların evlere paldır küldür sokak ayakkabıları ile dalmaları ne kadar hijyeniktir bu da ayrı tartışılır.Ya da yemek yaparken bir nedenden ötürü sokağa,kapı önüne veya bahçeye çıkıp tekrar aynı ayakkabı ile mutfağa dönüp yemek yapmak hijyenik midir?Marketten gelen torbaları tezgaha koymak,çıkan paketleri,kutuları elleyip,elleri yıkamadan sebze doğramak hijyenik midir,bunlar da ayrı tartışılır.Ama neymiş,bellemişler bir plastik eldiven,tamaaaam!Onu takan hijyen kralı oluveriyor.Yıka kardeşim ellerini,yıka herşeyi,yumurtayı bile yıkamadan dolaba koyma diye öğretmişti annem,tavuğun kıçındaki mikrobu dolabına taşıma! Yeşil yapraklı sebzeleri sirkeli suda bekletme kültürü de hemen hemen hiç yok,her şeyi parazitiyle,tarım ilacıyla,parazitin yumurtasıyla falan hüp diye mideye indiriyorlar,bunu anladık.(Bekleten de göstermelik iki damla sirkeyle beş on dakika bekletiyor,oysa bir litre suya iki yemek kaşığıdır ve en az iki saat beklemesi gerekir) Ben gurmeyim,ben gurmeyim diye şişine şişine gezenlerin hep hüsrana uğradıklarını gördük.Demek ki neymiş,damak lezzeti iyi olan,ille iyi yemek pişirebilir diye bir kaide yokmuş,bunu da anladık... Ama yine de seviyorum yarışmayı yahu...Hem bana yazı konusu oluyor,hem akşamüzerleri evdeysem iyi bir eğlencelik oluyor,hem de ev dekorasyonu saplantım olduğundan değişik dekore edilmiş evler görüp tatmin oluyorum bu açıdan da.Hatta ne yalan söyleyeyim yemeklerden çok evlerin renk ve eşya uyumunu eleştiriyorum kendimce... Ben yapımcı olsam,işi ilerletir,tanınmış sanatçılarla devam ederdim yola.Bakalım harikulade sesler,harikulade oyuncular mutfakta nasıllarmış?Uzun boyalı tırnaklarla,yardımcılar olmadan nasıl yemek yapılıyormuş?Burda en çok Bülent Ersoy,Seda Sayan,İbrahim Tatlıses,Ajda Pekkan ve Fatih Ürek beşlisini bir arada görmek isterdim.Hijyenden Seda,beceriden Fatih,asortiden ve fransız yemeklerinden Ajda,acılılardan İbo,Osmanlı Mutfağından da Bülent apla favorim.Fevkaladedin fevkinde yorumlar da tabii yine ondan.İbonun kremalı tavuk yemeğine bile isot doldurup yemesini seyretmek de komik olurdu.Fatih'i başında türbanla mantı hamuru açarken izlemek de... Ha bu arada jet hızıyla bir sürü taklidi de türedi,tıpkı çöpçatan programlarında olduğu gibi.Ortalık yemek yapma savaşına dönüştü.Her kanalda bir mutfak telaşı,her telaşın yanında bir de taklit Tarkan Koç sesi.Komikler haaa! Yakında,Kahvaltıdayız,Beş çayındayız,Ara öğündeyiz, Diyetteyiz, Aşeriyoruz, Yiyoruzyiyoruzdoymuyoruz, Gözümüzütoprakdoyursun, İçkialemindeyiz, Sıragecesindeyiz Gerdekteyiz... adlı değişik versiyonlarını da bekliyorum....