Dan Brown sever misiniz?
Ben bayılırım.
Ülkemizde ikinci sırada yayınlanan ancak yazarın DaVinci Şifresi’nden daha önce kaleme aldığı romanı Melekler ve Şeytanlar’ı okudunuz mu?
Ben okudum.
Beğendiniz mi?
Ben bayıldım.
Seneler önce,lisede okurken,ne olmak istediğim sorulduğunda,Arkeolog derdim.O olmazsa,sanat tarihi okuyacağım,diye hayal kurardım.Sonra her ikisi de maddi yönden tatmin getirecek meslekler olmadığından,vazgeçip Sinema-Televizyon okudum.
Arkeolojiye,tarihe ve sanat tarihine merakı olanlar için,Dan Brown’ın yukarıda adı geçen iki eseri de,ayrıca yine bu ikisi kadar başarılı bulmadığım Kayıp Sembol de,sanat tarihi ve arkeoloji merakınızı son damlasına kadar tatmin edecek eserlerdi.
Yazar,Avrupa’daki gizli örgütleri,sanat yapıtlarının içine gizlenmiş gizli şifreleri,örgütlerin inanışları doğrultusunda belli bir amaçla dikilmiş anıtları,her biri birer kripto gibi sırlarla bezeli tarihi sanat yapıtlarını romanın içine başarıyla yerleştirmiş ve okuyucuyu nefes kesen birer macera içinde ince ince eğitmişti,hiç sıkmadan.Okuyucu bu zengin sanat tarihi öğretisi içine girdiğini bile fark etmeden yüzlerce veri ile bilgilenmiş olarak bitirmişti romanları.
Ahmet Ümit,son derece akıllı bir şey düşünmüş.
Dan Brown bize romanlarında Avrupa’nın mimari sanat tarihini tekrar hatırlatırken,İstanbul gibi zengin bir tarihi geçmişe sahip bir kentin de aynı biçimde romanı yazılamaz mı?
Yunanlılar,Romalılar,Latinler ve Osmanlı’ların elinde yüzlerce,binlerce saheser anıta yuva olmuş bu kentin romanı,yazarın usta kurgusu ile harika bir serüvene dönüşmüş.
İçinde yaşadığımız kenti ne kadar az tanıdığımızı da bu romanda anladım.
Roman,tıpkı Da Vinci Şifresi’nde olduğu gibi bir cinayet ile başlıyor.Sonra Melekler ve Şeytanlar’da olduğu gibi,kahramanlarımızın tarihi yapılar ve anıtlar içinde şifre çözmeye çalışmalarıyla devam ediyor.
Yedi önemli yapıt,yedi önemli tarihi kişilik,yedi gizemli cinayet,yedi farklı döneme ait sikke,yedi kurban.
Babacan ve zeki bir başkomiser.
İki sevimli yardımcısı.
Bir müze müdiresi.
Bir sivil örgüt kuruluşu başkanı.
Bir turizm şirketi sahibi.
Ve diğerkarakterler.
Komiser Nevzat ve yardımcıları,yedi güne sığan yedi gizemli cinayeti çözmeye uğraşırken,İstanbul’un tarihi yarımadası içinde polislerle köşe kapmaca oynayan gizemli katil veya katiller,ekibimizi, Bizans’ın ilk kurulduğu çağlardan,Sultan Süleyman dönemine dek ,tarihi bir yolculuğa çıkmak zorunda bırakıyorlar.
Yer yer,yazar,tarihi mekanlar hakkında okuyucuyu bilgilendirmek amacını biraz abartarak, başkomisere tarihi bilgiler veren kahramanları, gereğinden fazla konuşturma hatasına düşmüş.
Yani bir tarihi olay anlatılacak ama bu olayı anlatacak kişi,sorulmadan,takır takır konuşmaya başlamış.
Bir müze müdiresi bu kadar ayrıntılı ve geniş bir tarihi, bu kadar ezberden,bu kadar hatasız nasıl aklında tutar? Bilirkişi olarak nasıl bu kadar fazla detay sayıp dökebilir,diye düşünmeden edemiyor insan.
Aynı şekilde,turizm şirketi sahibi Adem Yezdan karakteri de hiç sorulmadan,hiç gereği yokken patır patır tarihi olaylar veya tarihi kişilikler hakkında saydırıp döktürüyor.
Yazarın ,elindeki envanteri, romanda kullanmak için ,ikincil kahramanları fazla konuşturmuş olması hemen dikkatinizi çekecek.
Yani olayın o anki kurgusu içinde,hiç gereği olmayan bilgilendirmeler geçiyor ve bunların dikkat çekecek kadar fazlası gönüllü anlatıcıların ağzından dökülüyor.
İlle o bilgi verilecekse,sözü edilen eserlerin de olay kurgusu içinde önem kazandırılması gerekirdi.Bir insan hiç sorulmadan,hiç konusu olmadığı halde takır takır tarih bilgisini dökmeye başlamaz ki normal hayatta.
Kazara bir eski sarayın önünden geçtiğinizde,yanınızdaki müze müdiresi birdenbire size o sarayın tarihini tüm ayrıntılarıyla anlatmaya başlamaz ki.Üstelik cinayetler ve bağlantılı mekanlar ile hiç bir ilgisi yokken.
Bu gayrıdoğal diyaloglar,romanın inandırıcılığına biraz gölge düşürüyor tabii.İnandırıcılığı derken,belgesel yanını zaten sorgulayamayız,karakter inandırıcılığından sözediyorum.
Bu kadar ciddi ve seri cinayetler işlenirken,başkomiser Nevzat dışında hiçbir ekibin bu olayda görevlendirilmemesini garipseyebilirsiniz de benim gibi.Ya da bir olay yerine bırakılan sikkelerin,sikke kayıt defterlerinin yani delillerin,başkomiserin elinde,cebinde rahat rahat gezdiriliyor olmasına da şaşırabilirsiniz tabii ama romanı öyle sevdim ki bu kusurları görmezden gelmeyi yeğledim.
Kurbanların ellerine ve ayaklarına neden ok biçimi verildiğini ve bir sonraki cinayetin yerini neden işaret ettiğini de kitabın içinde açıklamaya gerek görmemiş yazar.Merak ortada bırakılmış.
Katil veya katillerin cinayet sebepleri de biraz zayıf bırakılmış gibi geldi bana.Bir değil,iki değil,üç değil…tam yedi kişi.
Üstelik cinayetlere sebebiyet veren olay yada olaylara baktığınızda,daha fazla insan öldürebilirdi pekala diyorsunuz,neden BU yedi kişi?
Radikal islamcı Ömer'in hikayesini okurken de, neden bu romanda bu karakter var,diye düşünmeden edemedim.Satır aralarında,başka dinden okuyuculara,islami terör örgütleri hakkında bir alt bilgi vermek istenmiş de olabilir elbette.
Ama yine de tarihe ve arkeolojiye ilginiz varsa,son derece zevk ile okuyacağınız,oldukça fazla kaynaktan beslenmiş,hiç bilmediğiniz efsaneler ve hiç duymadığınız olaylar hakkında fikir sahibi olabileceğiniz,kültürel yanı oldukça ağır basan bir roman.
Kitabın sonuna kadar katilin kim olduğunu ben de çözemedim.Sonuna doğru,henüz komiser bir şeyin farkında değilken,okuyucuya biraz ipucu vermiş yazar.Dikkatliyseniz,çözersiniz.
İnsanda buruk bir hüzün bırakacak bir son.Şaşırtıcı ama okuyucuyu doyuramayan final.
Aşkın,dostluğun,çıkar ilişkilerinin,geçmişten kopamamanın,para hırsı ile değişen insanların,radikal dincilerin,eylemci sivillerin,sessiz İstanbul’un,martıların,denizin,tünellerin,kubbelerin,taşların …hepsinin ayrı bir dili var bu romanda,okurken hepsi sizinle teker teker konuşacak.
Ahmet Ümit, bir röportajında , “Artık gece başımı yastığa koyduğumda rahat uyuyorum. Çünkü İstanbul adına bir şey yaptım” demiş.Keşke kitabın içine,o meşhur kartal başı şeklindeki Sultanahmet Yarımadası haritası da eklenmiş olsaydı.Keşke sözü edilen tüm mekanlar o haritada minyatür şekilleriyle gösterilmiş olsaydı.
Kitap bittikten sonra internetin başına geçip,adı geçen tüm tarihi kişilikleri ve mekanları araştıracağınıza bahse girerim.Böyle bir harita olsaydı,okurken biraz olsun yön ve mekan ilişkisini kurmakta yardımcı olurdu çünkü herkes İstanbul’da okumayacak bu romanı.Herkes gözünde canlandıramayacak bir anıtın kuzeyinde ne var,doğusunda neresi var diye.
Yakında film olarak da çekilebilir,son derece görsel bir yanı var çünkü.
Benim başkomiser rolüne adayım Tarık Akan.
Yardımcısı Ali için de Nejat İşler canlandı kafamda.
Müze Müdiresi Leyla kafamda hep Zuhal Olcay olarak konuştu.
Evgenia ise Candan Erçetin.
Son bir soru:
Neden bu tip polisiye eserlerde,başkomiserler ya da komiserler,hep ailesini,kendi mesleği yüzünden bir kazada kaybetmiş karakterler olur?Üstelik hep karısı ve tek çocuğudur ölen.Hiç iki çocuğundan biri ölmüş biri yaşayan,ya da üç çocuğu birden ölen komisere rastlamadım.Film kahramanı bile olsalar,aynı şey.Neden hüzünlü geçmişlerine mutlaka tek çocuğunu ve karısını aynı anda kaybetmek faciası yerleştiriliyor.Mutsuz kahramanlar daha mı çok sevilir?
Yakın zamanda size kitaptan öğrendiğim pek çok İstanbul gizemi hakkında başka bir yazı yazacağımdan hiç şüpheniz olmasın.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Yorumlarınıza hiç bir rumuz veya isim bırakmazsanız,ADSIZ olarak görünecek...Ben de ADSIZ yazan yorumlara geri dönmeyeceğim.