sağtık

DAHA FAZLA HAYAT

On üç sene önce ilk cep telefonumu aldığımdan beri,Turkcell abonesiyim.
Eşim de ben de.
Büyük 99 depremi olduğunda,Turkcell'in hayati konularda nasıl önem taşıdığını bir kez daha test edebilmiştik çünkü o zamanlar Telsim ve Turkcell vardı sadece ve Telsim aboneleri birbirlerine ulaşamazken,o deprem paniğinde,herkes telefonlarına sarılmışken,ev telefonları tamamen çökmüş durumda iken,Turkcell'li hattım ile ben herkese rahatça ulaşabilmiş ve ulaşılabilmiştim.

Yıllar boyunca numaramız hep aynı oldu.Asla başka operatöre geçmedik.
Yıllar geçtikçe telefonlar yayıldıkça,herkes cepten görüşmeye alıştıkça,cep faturaları da şişmeye başladı.

İki ay kadar önce,Turkcell'in kol gibi faturalarıyla artık başedemez hale gelince,eşimle beraber,Vodafone'un bize çok avantajlı gelen bir paketini seçerek,Vodafone'lu olduk.

Aman geçmeyin,aman çekmiyor,aman konuşmalarınız yarıda kesilir diyen arkadaşlarımızı dinlemedik.

Sonra bütün bu saydıklarım teker teker başımıza gelmeye başladı.
Evet paket avantajlıydı da,kimseyle kesintisiz görüşemedikten sonra,o paket ne işimize yarayacaktı?
Acaba Avea'lı mı olsak diye etrafımızdaki Avea'lılara memnuniyet testi yaptık.
Bizim Vodafone ile yaşadığımız tüm sıkıntıları,onlardan da tıpatıp aynen dinledik.
Birden kesilen görüşmeler,arandığında ulaşılamayan telefonlar,şebeke gücü sıfır diye uyarı veren sinyaller,neler neler.
Daha kullanmadığımız üç yüzer dakikamız kalmışken bile,eşimle dedik ki,
Tamam buraya kadar...
Denedik,olmadı,ey Vodafone kardeş.Birbirimizi daha fazla hırpalamadan ayrılalım,herkes kendi yoluna gitsin.


İnsanların yüzüne telefonu kapatmış gibi zırt diye kesilen görüşmeler,hemen geri aramak istediğinde o aboneye ulaşılamıyor anonsu falan,bizi bu yaşımızda kanser edecekti arkadaş.
Dumanla,davul tamtamıyla ya da güvercinle haberleşmek daha az sıkıntı yaratırdı eminim.
Yağmur yağar,şebeke iptal..
Otobüse bin,şebeke iptal.
Pikniğe git,şebeke iptal.
Gök gürler,şebeke iptal.
Ha bir de üzerine para öde.
Görüşemediğin tüm dakikaların parasını.

Eşimle vicdani muhasebemizi alnımızın akıyla verip,paşa paşa kürkçü dükkanımıza geri döndük.
Daha fazla hayat..
Evet işte budur.
Bodrumda,yani bina bodrumunda bile tam çeken şebeke,net billur gibi bir konuşma konforu,kesintisiz cızırtısız akışkan bir ses kalitesi...
İnsan daha ne ister?

Üstelik Turkcell'e geçenlere merhaba paketinden yararlandık güzel bir avantaj da yakaladık.
Bu kampanya biterse,yine geçeriz bir günlüğüne öteki tarafa...
Sonra döneriz Turkcell'imize,bize yeni bir hoşgeldin kampanyası hazırlar nasıl olsa...diyeceğim ama çok haince olacak,yani şunu doğru düzgün yapsalar,faturalar can yakmasa biz de ayrılmasak Turkcell'imizin bizi hayata bağlayan kalitesinden.
Öteki GSM firmaları,altyapıları yetersizken  bu kadar avantaj paketi ile binlerce,milyonlarca kişiyi kendilerine çekince,sistemleri işte böyle çöktü ve kimse kimseyle kesintisiz cızırtısız görüşemez oldu.
Turcell'in en büyük avantajı sağlam altyapısı demek ki...
Aslında söz konusu uydular falan olduğundan aslında kelime alt değil üst yapı olmalı ya neyse.

Çok rahatım,çok huzurluyum,operatörünüzü değiştirmeden önce bir daha düşünün diyorum bu nedenle...
Şimdi Turkcell'le hayat,daha fazla hayat...

UNUTMUŞUM ÖLDÜĞÜMÜ

Derin bir nefes çekip ciğerlerime,pencerenin önündeki bahar güneşini yakalamak istiyorum

Uzanıp pencereyi  açmak istiyorum.

Ellerim pencere kulpunu kavrayamıyor.

Cama vuruyorum ama cam yok.
Pervazları yumruklayıp camlara vuruyorum,havasızlıktan ölüyorum.

Unutmuşum öldüğümü,hala nefes alabilirim sanıyorum.

Sonra zaman geçiyor,oğlumu özlüyorum.
Bal rengi gözleriyle bana sevginin en rafinesini en menfaatsizini akıtan gözleri doyasıya seyretmek için kalkıp odasına giriyorum.

Farketmiyor beni.
Çenesini tutup başını kendime doğru kaldırıyorum.
Ne çenesini hissedebiliyorum,ne de tenini.
Sonra uzanıp ensesinin altından koklamak istiyorum.
Burnum bana ihanet ediyor.O sıcacık teni hissedemiyorum..

Unutmuşum öldüğümü,hala gözgöze gelebilirim ve koklayabilirim sanıyorum..

Sıcak akşam simidi geliyor bir ara aklıma.
Yanında yeni demlenmiş bir bardak çay.
Mutfağa gidiyorum,Oradalar  ama beni farketmiyorlar.
Oğlum ekmek dilimlerken,babası dalgın tencereyi karıştırıyor.
Sessizce su ısıtıcısına uzanıyorum.

Ama yerinden bile oynatamıyorum.
Onlar durgun bir sesle günlük hadiselerden konuşurken,gidip biriniz simit alsanıza diye hırıldıyorum.
Duymuyor,aldırmıyorlar.
Sesim bana bile yabancıydı,çünkü ben de duyamıyorum.

Unutmuşum öldüğümü,hala konuşabilirim sanıyorum.

Aynaya koşuyorum.
Tanrım nasıl görünüyorum acaba?
Aynada ben yokum.
Hohluyorum,buğu bile olmuyor.Çünkü nefesim çıkmıyor.
Unutmuşum öldüğümü,hala aynalarda siluetim var sanıyorum.

Gidip omuzlarına yapışmak,her ikisini de sarsmak lazım.
Nasıl bir şaka bu?
Hiç komik değil,demek istiyorum.
Sonra da hep birlikte nasıl da kandığıma gülebilmek.
Ama ikisine de dokunamıyorum.
Unutmuşum öldüğümü,hala sitem edebilirim sanıyorum.

Anladım ve kabullendim.
Garip bir sezişle,ölüm buymuş demek ki dedim.
Ben yeni öldüysem neden şimdi farkediyorum ve neden kimse benim adımı anmıyor?
Çok olduysa öleli,neden bana yeni geliyor bu kadar?
Neden bu kadar yabancı ve neden bu kadar bilindik?
Unutmuşum...
Unutmuşum ölümün sessizlikle aynı dereden su içtiğini.
Öldüğümü unutmuşum,her gün yeniden anlayıp her gün yeniden yok saymışım.

Ben...
Yaşarken ölümü unutmuşum.
Şimdi ise yaşamadığımı.
Yarın yine,öteki gün yine unutacağım ve her defasında uzanacağım sevdiğim ve özlediğim şeylere.
Unutmuşum.
Ölmek unutmakmış...Unutmak ölmekmiş.
Yaşarken bunu unutmuşum.


TANRIM BENI BASTAN YARAT


Ayrıntılara girmeyelim ama,geçtiğimiz günlerde,ben yedek lastiğimi de patlattım sanırım.
Üç sene kadar önce sol diz ön caprazımı yırtmıştım basket oynayacağım diye hani...

Hah işte o diz çok uzun bir süreç içinde düzelebilmişti operasyon geçirmediğim için.
Yine o dizimi sakatladım iyi mi?
İyi diyeni yakarım!

Yine koltuk değneği,yine tay tay yürüme,yine MR'lar yine belirsiz bir dönem.
Sanırım bu kez lastik patlamasının da ötesinde bir şey var çünkü sakatlarken içeriden cart diye başka bir yırtılma hissi duydum.Menisküsü ya da arka çaprazı da pert ettiysek işimiz zor anacııım.

Du bakali noolcek?

Bu akşam üzeri doktor görecek ve sonra MR randevusu,sonucun çıkması falan bir kaç günü bulur.
Off,tanrım beni noolur baştan yarat ve yaratırken,
Sorunsuz bir mide,
Sağlam bir omurga,
Zırt pırt patlamayan diz bağları,
Hiç sorun çıkarmayan tiroid bezi,
Hiç doktor yüzü göstermeyecek jinekolojik takım taklavat falan da ver yahu...Şöyle iyilerinden tazelerinden seçip de versen ne güzel olur.(Yazar burda bir yandan Allah'a ellerini açıp tövbe tövbee demektedir)


En çok da hiç bir şey yapmadan öyle uzanmak can sıkıyor.(Yazar bu satırları,sırt üstü uzanmış,bir bacağının altında yastık elevasyon,üzerinde buz kompresi,kucağında notebook ile yazmaktadır)
Kitaplarım sadece böyle zamanlarda değil,her zaman benim vazgeçilmezimdir ama bu aralar çok fena üç diziye takmış durumda olduğumdan,resmen yasak aşk ,ihanet falan duyguları içindeyim yani.Kitaplarımı,yabancı dizilerle aldatıyorum çünkü.
Henüz okuma sırası gelmemiş kitaplarım rafta beni beklerken,bak sen şu gavurun işine,beni kitap okumaktan da alıkoydu gördün mü?
Şok içindeyim,ihanet benden mi geldi?(yazar burada yabancılaşma ve inkar psikolojisi ile başetmeye çalışırken,bunun bir edebi sanat olmadığının da farkında olup çaktırmıyor)




Yürüyen Ölü (The Walking Dead)
Adına bakınca klasik bir zombi hikayesi gibi geliyor ancak heyecanı ve özellikle görsel efektleri ile çok ilgi çekici bir dizi...

Bir gün gerçekten böyle bir şey olursa ne olur diye düşündürtüyor mutlaka.

En sevdiğiniz ölüp yedi dakika sonra sadece sıcak et düşünen ve başka hiç bir insani özelliği kalmayan bir zombi olarak hortlarsa,ne yaparsınız?

Henüz nette 6 bölümden fazlasını bulabilmiş değilim bilgisi olan lütfen link versin.

The 4400
Heroes tarzı süperkahraman fikirli dizileri seviyorsanız bu da sizi açacaktır.
Dünyadan değişik yıllarda ,gökyüzünden gelen  bir ışık tarafından kaçırılmış dört bin dört yüz insan,bir gün aniden yine gökyüzünden gelen tuhaf bir kuyrukluyıldızın içinde dünyaya getirilip bir gölün kenarına bırakılıverirler.
Hiç biri bir gün bile yaşlanmamıştır.
Hiç biri,kaçırıldığını bilmemekte,hiç bir şey hatırlamamakta,kaçırılmadan önceki en son yaptıkları işi yaparken,birden kendilerini gölün kıyısında buluverdiklerini sanmaktadırlar.
Çoğunun sevdikleri ailesi yıllar önce ölmüştür,kimisi 90 yaşında olması gerekirken hala kaçırıldığı gündeki gibi bir  çocuktur.Bir kısmının ailesi onların yokluğunda yeni hayatlar kurmuştur.
Ve bir de her birinin çok değişik ve benzersiz yetenekleri vardır artık ve bu yetenekleri ne için kullanacaklarını bilememektedirler ve kontrol edememektedirler.



The Vampire Diaries(Vampir Günlükleri)

Evet bunu daha önce anlatmıştım şurada
Bildiğiniz liseli kız ve yağuşuhlu vampir sevgilisi.
Tabii ki bana göre değil bu yakışıklılık sözde herkesin imrendiği yakışıklı oğlan aslında vampirdir hani.

Alacakaranlık'lardan on sene yazılmış bir romanın dizisi,Alacakaranlık filmleri iş yapınca çekilmeye karar verilmiş.
Güzel,sürükleyici,hoşça vakit geçirtici ama dizideki Elena karakterine acayip kılım.
Stefan'a da öyle.
İkisi birbirinden sevimsiz,onyedi yaşındaki kızın yüzü gözü görünmüyor ağır makyajdan ve takma kirpiklerin ağırlığından.
Daha soft,daha duru bir yüz seçilebilirdi ve Stefan'ı onyedi yaşında bir erkek oynayabilirdi.
Bonnie,Jeremy ve Caroline karakterleri benim favorim.
Ha bir de Alaric Saltzman.
Cadı,kurt adam,vampir,hem kurt hem vampir olan her türlü yaratık var bu dizide.
Hoş bir eğlencelik.

South Park
Onsekiz yaşından büyükler için yapılmış,hiç bir zaman vazgeçemeyeceğim ,sert,komik,şaşırtıcı ve o kadar da cool bir dizi.
Evet bu yaşta hala çizgi animasyon izliyorum ve evet bu yaşta hala Ken'in sürekli ölmesine,Cartman'ın küfürlerine ve kötü kalpliliğine kahkahalarla gülebiliyorum.






SURVIVOR YALANLARI

Geçenlerde,Survivor hakkında bir yazı yazmıştım.

Pek izlemeyi sevmediğimi de belirtmiştim.
Sadece oyunları izlemek zevkli.

Geri kalanı,dedikodu kazanı,BBG evi gözetlemek gibi bir şey.

Bu seferki Survivor'ı,BBG kısmıyla da izlemeye aldım.Seyircinin nasıl üçkağıda getirildiğini de böylece anlamış oldum.

Sözde kazanan ve kaybeden takımlar elenmesi için birer aday öneriyorlar.
İki adayın ismi,Pazar günü belli oluyor ve takip eden Salı akşamına kadar,sözde izleyicilerin SMS oyları ile kimin gideceği belli oluyor.

Acun,sen Türkiyeyi gerzek mi sandın?

Bu ne para hırsıdır,bu ne doymak bilmez bir ihtirastır?
SMS ile gelen parayı cukka et ama sen yine bildiğini oku.

Madem önümüzdeki Salı gününe kadar kimin gideceği belli değil,birtakım insanlar,Zeynep Tunuslu'yu nasıl oluyor da geçen günlerde,İstanbul'da görmüş oluyorlar?

Bildiğiniz gibi Özge ve Zeynep isimleri çıktı eleme kutusundan.
Eski yarışmalarda,iki isim düello yapıyormuş.
Acur onu kaldırmış,şimdi SMS adı altında,ipleri kendi eline almış.
Canı kimi isterse,SMS paravanına sığınıp onu gönderecek çünkü.

Neden?
Çünkü Nihat Doğan gibi bir çıkıntıyı koydu adaya.
Karşı gruba da zeka yaşı 6-12 arası gidip gelen Taner'i koydu.
İnsanlar,bu iki tuhaf kişiyi seyretmek istiyor,raiting geliyor.
Acur,bu iki çıkıntı insanın,yarışmacılar tarafından dışlanacağını ve ilk fırsatta elenmek isteneceğini de çok iyi biliyor.
Ama raiting etiren bu iki kişinin elenmesine de razı olamaz.
Ne yapmalı ne yapmalı diye düşünürken,sonunda çareyi buluyor.

"Yetenek Sizsiniz'deki gibi,SMS olayı getiririz,halk belirledi deriz,kimi istersek onu adadan göndeririz..."
Çare güzel de,halk yemez be koçum.

AYNI GÜNDE MUZ BULUNDU!

Her iki grup da aynı gün hevenk hevenk muz buluverdiler.
Aaaa!
Ne tesadüf?
Hiç bir grup balık tutamayınca,tabii hiç bir grubun elemanında da kilo bakımından hiç bir kayıp gözlenmeyince,seyirci,yani biz gerzek olanlar;
"Yahu bunlar balık yiyemiyor,et yok,iki lokma hindistan ceviziyle mi yaşıyorlar,neden hiç biri zayıflamıyor,ya da zaafiyet geçirmiyor?" diye şüphelenmeyelim diye,allahın bir hikmeti olarak her iki adada da aynı gün muz bulunuveriyor!

Sadece hindistan cevizi,biraz unlu bulamaç biraz da pirinç lapası yiyerek yaşayan,sudan başka içecekleri olmayan,geceyi incecik battaniye altında kum ve tahta üzerinde uyuyarak geçiren yarışmacıların,gündüzleri gayet enerjik,gayet moralli biçimde yüzmeleri,hoplayıp zıplamaları,gece türkü söyleyebilmeleri,yarışmalarda canlarını dişlerine takıp oyun kazanmaları  falan inandırıcı mı?

Pascal ve Derya gibi kas yığını iki adamın,günde bilmem kaç bin kalori ile,bilmem kaç porsiyon karbonhidrat ve bilmem kaç porsiyon protein ile beslenmeye alışmış adamların,adada iki lokma coconut,iki dilim muz,bir kaşık lapa ile ayakta kaldıklarını düşünmek ve buna inanmak salaklıktan başka bir şey değil.
Canı isteyen ayy fena oldum diye hastaneye gidip,serumu,ağrı kesiciyi falan yiyip dönüyor.
O şekerli serum boğayı ayağa kaldırır.
Nitekim,son oyunda Gökhan'ın serum yiyip döndükten sonraki performansını da gördünüz.
Ordakilerin hepsinden daha sağlıklıydı,daha canlıydı.
Bir litre serum yemiş adam,içinde vitamini vesairesiyle.
Bomba patlasa yanıbaşında umurunda olmaz tabii ki.

Güzel taktik.Bunu her yarışmacı bir kez yapmalı bence eleme oyunundan önce.

DERYA NİYE ORADA?
Milli yüzü Derya'nın adada olma sebebini de anlayamıyorum.
Adam kas yığınından ibaret başka bir işe yaradığını görmedim.
İri cüssesiyle,çevik olması çok zor.Pascal da onun gibi ama Pascal'ın bir takım ruhu var ve futboldan gelen bir çevikliği var.
Derya'da o da yok.
Ne konuşuyor,ne yarış kazanabiliyor,ne çevik,bambu sepetinden yapılmış topu garaja çekip de oturtamadı bile.Kaslarını karada kullanamıyor mu ne?
Nihat haksız mı şimdi söylenmekte?

Zıpkın takımı kazandılar ama Derya iki denemeden sonra,kılını kıpırdatıp balık avına bile çıkmadı.
Bireysel yarışlara kadar adada kalabilirse-ki kalır bence-belki o zaman kaslarının ne işe yaradığını seyirciye gösterme şansı yakalar.

NİHAT DOĞAN REALİTESİ!
Sevmiyorum adamı,çok itici,çok çıkıntı,çok kasıtlı,çok hesaplı ama adadan gitmemesi gerekiyor.
Survivor'ın izlenmesi için,Acur'un para kazanması için gerekli.
Fakat dikkatlerden kaçmayan bir durum var.
Sürekli delikanlılıktan,sürekli haktan adaletten sözediyor,hatta öteki adada adamlar açken ben burda muz yiyemem falan diye saçmalık ötesi attırıyor ,psikopata bağlamada Taner'le yarışıyor ama,gözlerin bağlanıp arenaya çıkıldığı oyunda,Nihat'ın,hani bu DELİKANLI oğlumuzun,resmen,gözbağının altından kafasını havaya kaldırmak suretiyle rakibini gördüğüne hepimiz şahit olduk.Karşı tarafın ani hamlesini,gözleri görmeyen birisi o şekilde geri çekilerek boşa çıkartamaz çünkü.Anlık hamleyi,anlık refleksle bertaraf edebilmesi,gözlerinin gördüğünün açık kanıtıdır.
Rakibinin arkasına sinsice yaklaşıp aniden eliyle koymuş gibi sırtındaki bantı çekip alması peki?
Gözleri görmeyen birisi bunu nasıl başarabilir?

Göz göre göre,bariz biçimde,rakibini görerek,yani hileyle yendi.
Acur da buna göz yumdu.
Yummak zorunda çünkü aksi takdirde oyundan diskalifiye edecek ya da büyük tartışmalar çıkacak falan.
Hani nerde haktan hukuktan,adaletten,adamlıktan sözeden Nihat?
Anladık ki,tsunami ile kendisini bir tutan Nihat Doğan realitesi,yarışlarda hile yaparak haksız galibiyet elde etmek demekmiş.
TUVALET NERDE?
Yarışmacıların tuvalet ihtiyaçlarını nerede giderdiklerini merak etmiyor değilim.
Elbette ki bu görüntüleri de verecek değiller yok artık ama sadece bu benim bireysel merakım.
Geçici barakalar mı kuruluyor adanın görünmez bir yerine?
Eğer öyleyse,gece tuvaleti gelen,o görünmez yere kadar karanlıkta nasıl yürüyor?
Kameramanların ve boomcuların,yani mikrofonu tutan görevlinin de gece olunca nereye gittiklerini merak ediyorum.
Acaba arkada bir yerlerde sürekli bekleyen demirli bir tekne mi var?
Kameramanın,diğer görevlilerin gece yattıkları?
Durum böyleyse,yarışmacılar da bu tekneden tuvalet için faydalanıyorlar mı?
Kadınlar regl dönemlerinde ne yapıyorlar?
Tırnak kesmeye,krem sürmelerine izin var mı?Hiçbirisinin güneşten derisi soyulmadı mesela,bir önceki Survivor'da yarışmacılar alaca bulaca deri değiştiren yılanlara benzemişlerdi soyulmaktan.
Sakallar uzuyor ama erkeklerin saçlarında hiç birdeğişme yok?
Kızların bıyık,kaş,bacak tüyü sorunları nasıl hallediliyor?
SMS sonuçlarını adaya her hafta noter mi getiriyor?
Adanın sahillerindeki bütün balıkları zehirleyip öldürdüler mi,neden kimse balık tutamıyor?
Geceleri yapılan konseyden sonra,o karanlıkta gruplar kendi adalarına mı dönüyorlar yoksa,konsey adasındaki rahat barakalarda yiyip içerek ve rahat yataklarında uyuyarak mı sabahlıyorlar?

 ASENA VE PASCAL
Zeynep Tunuslu,Ebru Destan,Özge Ulusoy,yarışmalarda varlığı yokluğu belli olmayan isimler.
Karşı takımın kızları bile onlardan daha tombul ve hantal görünmelerine rağmen daha başarılılar.
Aslında karşı takımda herkes başarılı.
Gökhan çok hırslı ve tehlikeli bir yarışmacı.
Taner zaten fenomen oldu.
Tefik de çok itici ve gıcık olmasına rağmen çok iyi ,taktik ve teknik bir yarışmacı.
Ceyda ve Taçmin gidiciler.
Fakat hepsi bir yana,Asena ve Pascal bir yana.
Son ikiye ikisinin kalmasını çok isterdim.
Pascal her durumda her halükarda finali alır ama Asena'nın dayanıklılığına,gücüne,konuşmalarındaki mantığa ve sükunete,Nihat'a laf oturtmalarına,üstü kapalı taşlamalarına hayranım.Resmen fanı oldum çıktım.
Sen bacağından kurşunlatıp sonra da tüm ekmek kapıların kapattıran,dansın ile ekmeğini kazanmana her şekilde mani olup seni bu piyasadan silmeye çalışan,hatta sana ekmek verenleri bile tehdit eden bir adama dayanmış kadınsın,yürü be kızım kim tutar seni....









VAMPIR KARDESIM SANA SOYLUYORUM


Vampir konusunda ciddi sıkıntılarım var arkadaşlar.

Hayatımıza ilk giren korkunç kont Drakula ile başlayan kan emiciler serüvenimizde ne güzel onlardan korkmayı öğrenmiştik.

Tabutta uyurlar,yarasa kılığında uçabilirler,ısırdıkları kişi kesin vampire dönüşürdü.


Beslenmek için taze insan kanına gerek duyarlardı ve bu nedenle acımasızdılar.

Sonraları vampir  edebiyatı Hollywood’un da katkılarıyla hayli çeşitlendi.

Sarımsaktan korktuklarını,kilisede kutsanmış su atınca cayır cayır yandıklarını,haçı görünce tırstıklarını işlediler beynimize.

Gündüzleri güneşe çıkamıyorlardı Drakula’nın tersine.

Yüreklerine TAHTAdan bir kazık kakmak gerekiyordu öldürmek için.

Vampir filmlerinden çıkıp,koşa koşa minyatür haçlar ve salkım salkım sarımsak satın alan insanlar oldu tarihte.Onca para,onca emek!

Yazık değil mi bu insanlara?

Kimin ne hakkı var biz zavallı vampir sever ve vampirtırsığı izleyicinin gerçek inancıyla oynamaya?

Zaman içinde baktık ki işler böyle yürümüyor?

Edward diye yakışıklı bir vampir bize vampirlerin sevilesi yaratıklar olduğunu öğretti.
Vücutları taş,mermer falan kıvamındaydı.
Cinsel ilişkiye giremiyorlardı,güneşe çıkamayışlarının nedeni ise cayır cayır yanmaları değil,pırıl pırıl parlayan olağanüstü,meleksi ciltlerinin insanlar tarafından hemen fark edilmesini önlemek  içindi.
Tecrübeli bir vampir ,gayet kıvamında bir ısırıkla ,istediği kişiyi DÖNÜŞTÜREBİLİYORDU 
ama bu süreç yavaş yavaş ve acılı bir süreçti falan filan.
Vampirlerin sevilesi,iyi,dost canlısı şeyler olduğunu düşünmeye başladık böylece.
Evimizde bile besleyebilirdik yani ne de olsa insan kanı içmeden de yaşıyorlardı artık.Hem gündüzleri de kolumuza takıp gezebilirdik.Güneşlenebilirdik onlarla plajda.
Hatta o kadar sevdik ki,eşimize ,erkek arkadaşlarımıza falan içerlemeye başladık,normal insan oldukları için,kanla beslenmedikleri için.

Yok kardeşim,Hollywood camiası alçakları,bununla da yetinmediler.

Şimdi son trendim The Vampire Diaries yani Vampir Günlükleri dizisi.
Birinci sezonunu bitirmek üzereyim.

Ama gel gör ki çok efkarlıyım çok.
Depresyondayım,bunalımdayım.

Kafam allak bullak çünkü.

Bildiğim öğrendiğim her şey yalanmış böhüü...

Kandırılmışız yıllarca ey millet uyanın!

Netlik istiyorum ben vampirler hakkında.

Burdaki vampirler,güneşe çıkamıyorlar yine eski usul vampirler gibi.
Edward giller çıkabiliyordu oysa?

Çatır çatır da sevişebiliyorlar insanlarla.
Edward giller sevişemiyorlardı ama?

Ayrıca önceki vampirlerin tümü uçabiliyordu,The Vampire Diaries’dakiler uçamıyorlar?

Öncekiler istedikleri eve girebiliyorlardı.
TVD’dakiler davet edilmeden hiçbir eve giremiyorlar?

Öncekiler ısırınca insanı vampire dönüştürüyorlardı,TVD’dakiler ısırınca değil,herhangi birine vampir kanı içirince,sonra da o kişinin damarında vampir kanı varken o kişiyi öldürünce,dönüştürebiliyorlar.

TVD’dakileri sarımsak falan değil,kutsal su da değil,sadece mine çiçeği zayıflatabiliyor.Mine çiçeğinin temas ettiği hiçbir şeye dokunamıyorlar iyi mi?

Vampirler Dayanışma Derneği,Dünya Vampirleri Genel Sekreterliği falan
yok mu ?
Çıkıp açıklayın kardeşim çatır çatır gerçekleri,biz de bilelim yani,güneşte gezebiliyor musunuz,tabutta mı yatıyorsunuz,yoksa Edwardgiller gibi hiç uyumuyor musunuz?
Hayvan kanıyla diyet yapabiliyor musunuz,sarımsaktan haçtan korkuyor musunuz yoksa Konstantin filmindeki gibi istediğiniz an kiliseye girebiliyor musunuz?
Tahta kazıkla mı ölüyorsunuz  yoksa Edward gillerin yaptığı gibi sadece yakarak mı sizden kurtulabiliyoruz?
Nedir yani?


Ona göre,karşımıza vampir neyin çıktığında,çantamızdan sarımsak mı haç mı kutsal su mu,mine çiçeği mi ,kibrit mi,tahta kazık mı  ne çıkartalım da savunalım kendimizi,bilmek bizim de hakkımız.

Hayır madem bu kadar vampir karmaşası var,valla ben de yazacağım bir Türk Vampiri serisi ;bütün dünya vampirlerine göstereceğim dünya kaç bucak, o olucak.

Okunmuş kesme şekerden korkan ve bu nedenle sadece sakarin kullanan kişileri emen,pastırma yemiş hiç kimseyi ısıramayan,ter kokusu ve ayak kokusu ile tahrik olup saldıran,kulhuvallahı duyunca dört bucak kaçan,uçamayan ,hava kapalı olduğu için Karadeniz bölgesinde yaşayan,halis Türk susamından korktuğu için simit satılan hiç bir yerde duramayan,sadece boynuna takılan  susamlı simitle öldürülebilen,Türkiye'de gerçek türk susamı artık bulunamadığı için ithal susam serpilmiş hiç bir simitten de alay edecesine korkmayan,taze kan bulamayınca Kızılay Kan merkezini soyan,çakma RayBan gözlük takan,emdiği kanlar yüzünden hepatit,aids,keçi gribi falan olup hastalanan,metro ve tramvay ile yolculuk eden bir vampir yaratacağım, dünyadaki bütün vampir edebiyatı okuyucularının aklı çorba olacak.

Hem böylece yurdum insanı da bir daha ter ve ayak kokmayacak,peşime vampir takarım da tahrik ederim diye.Kamuoyuna da katkım olmuş olacak böylece.

Adını bile düşündüm.

Vam-piri Reis.
Karadeniz'de yaşıyor ya,balıkçılık yapıyor dikkat çekmemek için,reis de ordan.

Nassı fikir ama?

Haydi bakalım,bu satırları okuyan vampir kardeşlerim,aranızda toplaşın,bir genelge,bildirge,yasa masa hazırlayın bekliyorum.

Yoksa laz aksanıyla konuşan vampirimle madara edeceğim hepinizi,sabrum taşayii...

SISKO- CAROLIN -AKREP ve NIHAT

Sağlık Bakanımız ülkenin psikolojik sağlığıyla oynuyor,valla demedi demeyin.
Buyurmuş ki;

'' Şu anda Türkiye'deki her 3 kişiden biri obez... 'Şişko' demek daha doğru. Fazla kiloyla, hareketsizlikle, şişmanlıkla, ya da tırnak içinde söylüyorum şişkolukla büyük bir derdimiz var'' 

Neden obez yerine şişko diyoruz onu anlayan beri gelsin.

Obezlik tıbbi bir tanıdır.

Şişko tanımı ise balıketinden koca göbeğe kadar herkese söylenebilecek bir aşağılamadır.

Şişko daha mı kabul edilebilir bir şey?

Obezite tedavisi yerine Şişkoloji tedavisi mi denilecek?

Obez hasta yerine şişko hasta mı denecek?

Düşünsenize doktorunuz size diyor ki,
"Görünüşe göre şişkosunuz"...

 Rahatlıyorsunuz,üzerinize bir hafiflik geliyor.

Öyle ya,Siz obezite hastasısınız dese,büyük hakaret! Kalkıp ağzına burnuna yapıştırabilirsiniz.
Evet evet bakan haklı.

Obez olsanız tedaviyi reddedebilirsiniz ,oysa ŞİŞKO öyle mi ya?
Şişkoluk bir iltifat,şişkoluk bir güzellik,bir lütuf.

-----------------------------------------------

Çalışma Bakanı'nın yolunu kesen bir grup kadın,
"Caroline Türkiye’de izinsiz çalışıyormuş, onu ülkesine gönderin, aile kurtulsun" diye yakınmış.
Bunun üzerine Bakan,Wilma Elles sahiden mi izinsiz çalışıyor diye araştırtmış.
Hangisine güleceksiniz?
Türk kadınının bir yuvayı kurtarmak için bakana kadar çıkması güzel bir düşünce tabii ama bu aile bir DİZİ ailesi olunca,Türk kadınının beyin gücü bakımından obez olmadığını pardon şişko olmadığını düşünmemek de elde değil.
Yarın öbür gün meydanlarda,Hürrem için,Carolin için eylem yapmasın bunlar?
İbrahimle Haticeyi ayıranlar kahrolsun falan diye izinsiz gösteriler düzenlenebilir.
Kurtlar Vadisi'nde Çakır öldü diye gazetelerde ölüm ilanı verip,dükkanlarını cenaze dolayısıyla kapatan esnafların yaşadığı ülke burası.
-----------------------------------------

Survivor seyretmeyi sevmem.
Önceki yıllarda da pek takip etmişliğim yoktu.
Bu sene nasıl olduysa denk geldi ilk iki bölümü izledim.

Asena'dan hiç hoşlanmazdım önceleri ama şimdi bana çok sempatik gelmeye başladı.Çok da dayanıklıymış helal olsun.Vallahi favori olacak güçte.

Gönüllüler adı verilen gruba gelince,sanki ünlüler gönülsüzlermiş gibi bu adı nereden bulduysa Acun artık,o gruptaki Taner'i daha çözemedim.
Süper dürüst ve  lafı dilinde mert biri diye bi böyle dan dun konuşuyor yoksa fazla dangalak diye mi bilemiyorum ama adada herkes kafa göz girip birbirini yese de Taner en son kalan yarışmacıyı yiyerek yine hayatta kalmayı başarabilir.Hatta en son Acun'u bile yiyebilir.





Nihat Doğan'ı daha ilk gününden akrep sokmuş.
İnternet dünyasında ve twitter'de bu yüzden onunla dalga geçen geçene.
Bir adamdan bu kadar nefret etmenin sebebini anlayamıyorum.
Kimseyi hedef göstermiyor,kimseye bir zararı yok,kimseyle bir alıp veremediği de yok.
Hani zorla,kasılarak ekranlara geçse,salak saçma boyundan büyük işler yapsa,haber sunsa,program çekse falan yaptığı işi eleştirirsin de,şöyle veya böyle düşünüyor diye de bir insanı bu kadar ağır yargılamanın altında başka eziklikler olduğunu düşünüyorum.



Nihat'ın da ayrıca yarışmada tuhaf abuk hareketleri falan olmadı şu ana kadar eleştirilecek ,Twitter gündemine yerleştirilecek bir şey de yok.
Nihat'ı sokan akrep "bir şey değil,rica ederim" demiş... türünden zeka düzeysiz espriler vardı.
Acun'un Türkiye için yaptığı en önemli şey Nihat'ı bu ülkeden uzaklaştırmak....şeklinde gerçekten zeka düzeyi insanı düşündürten espriler paylaşılıyor.
Nihat Doğan'a hiç ama hiç bir sempatim yokken bile bu eleştirileri okuyunca ortada bir haksızlık olduğunu görebiliyorum.Sanki terörist başı yahu adam.
Bu ülkeden uzaklaştırılmasına sevinilecek kadar,kendisini sokan akrebe teşekkür edilecek kadar zararlı mıydı vatana?
Yoksa bu espri zannettikleri şeyleri üretenlerin bilinçaltı ezikliği,ancak dişlerine göre birini bulunca mı su üzerine çıkıyor ?
Nihat evet itici,evet sesi irrite edici evet biraz kasıntı.
Fakat sadece bu yüzden bir adama ülkecek düşman olacak hale geldiyse bu halk,yazıklar olsun.

Son bir not,yine twitter'da okuduğum ve çok güldüğüm başka bir espriyi de buraya yazmadan geçemeyeceğim.
Nihat Doğan:Koşuun adada siyah piton yakaladım.
Nouma:Nihat o piton değil yalnız,bi daha bak!


BURAYA KADARMIS PARGALI

Muhteşeyym dizinin yine tırnak yedirten bir bölümünü daha izledik.
Sülüman-ki artık Süleyman olmuş,gördük- Rodos'u fethedip,sarayına döndü.

Hürrem,daha bir önceki doğum sancılarının çığlıkları kulaklarımızdan silinmeden,ikinciyi yavruladı,aynı çığlıklarla.
Hürremin doğumu ile birlikte bir yandan da süper push-up kaldırıcı sütyenini izledik çekim planı gereği.
Saraydaki  cümle hatunların saçlarını su dalgası yapan saç maşası ve yerden ısıtmalı modern mimariden sonraki en yenilikçi şey buydu o döneme kıyasla.

Bu yeni doğurduğu ve erkek çocuk düşkünü ortadoğulu kadınlar gibi yüz çevirdiği kızı,Mihrimah Sultan,ileride,Mimar Sinan'ın ,aradaki büyük yaş farkına rağmen gönlünü kaptıracağı ve büyük aşkı nedeniyle iki cami yapıp,ikisinde de gizlice aşkını ifade edeceği o  kız olacak.
 Sinan,Mihrimah Sultan adında iki cami yapacak ve her yıl Mihrimah'ın doğduğu tarih olan 20 Mart'ta ,camilerden birinin iki minaresi arasında tam güneş batarken,ötekinin minaresi arkasında ay yükseliyor olacak.Mihrimah,ay ile güneş demek olduğu içen.

Neyse konumuza dönelim,Mihrimah talihsiz doğdu ama tarihe bakılırsa babacığı onu çok ama çok sevecek.Her ne kadar dün gece ayacıklarına birer patik giydirmeye bile tenezzül etmemişlerse de,ileride çok kısmetli bir sultan olacak.Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa ile başgöz edilecek ve kocası  ile anası olacak Hürrem,halası Hatice'nin kocası İbrahim'in kuyusunu kazarak,onu Hünkar'a boğdurtacaklar.
Makbul İbrahim,böylece Maktul İbrahim olarak anılacak.

HÜRREMİN GERÇEK MEKTUBU

Hürrem'in Sülüman'a yazdığı o mektupları hiç beğenmedim,doğrusunu,gerçeğini araştırdım,buldum.
Aslında Hürrem'in gerçekte,Sülüman'a yazdığı ve tarihçilerin sır gibi sakladığı o belgeleri size burda sunuyorum,ahan da buyrun:

"Sülüman,ciğerim,bebişim,aşkitom.
Neden bana yazmıyorsun,bilmiyorum.Keşke Nigar seninle gelseydi savaşa,o bana yazardı senin yerine.
Aşkım seferden haberlerin bana hızla geliyor,donuk Norveç uskumrusu bakışlım.
Duydum ki senin yerine gerzek Pargalı sırtından vurulmuş,hatta nasıl bir kanı varsa,üzerinden iki hafta geçtiği halde o hançerin üzerinde ilk günkü gibi kızıl ve ıslak  duruyormuş.
Sülüman,korkuyorum,bu Pargalı'ının kanında pıhtılaşma sorunu var,ya sana da bulaşırsa?
Bir de Pargalı sırtından vurulduğu halde,kolunu sargıya almışsınız.Sülüman sizin hekim salak?Bacağı yaralansaydı boynunu saracaktı?Anlamıyor ben?

Yine anlamıyor ben,duyduğuma göre sen o otağ dediğin kamp çadırından dışarı çıkınca kapı bekleyen nöbetçilerin falan hepsi kafayı öne eğiyorlarmış?Sülü,onlar seni korumak için orda değiller mi,sana biri bişey yapsa nasıl görecekler aşkitom,emir ver de sen dışardayken kafaları kumru gibi göğüslerine gömmesinler etrafı kolaçan etsinler.Oğlumu verin bana.

Sülüman,burda herkes de sizin hekim gibi salak,beni kimlere kodun gittin?
Nigar o Sadıka salağını herifin biriyle yakaladı,aynı anda Süklüm püklüm ağa da herifi yakaladı ama ikisi de atılan yalanlara inandılar,sonradan biraraya gelip de konuşmadılar ki ikisinin de yalanları ortaya çıksın.
Bu arada Sadıka,Valide Sultan'a elleriyle böyle bişi yapmış,başına başına doğru.Sanırım masaj yapıyor ama bu çağda masaj kelimesi olmayacağı için ne yaptığını ifade edemiyooğ.Sadıka da salak!
Nigar,o ruhsuz yılan bakışlarıyla beni çok korkutuyor,o yüzden onunla iyi geçiniyorum.
Mahidevran desen,anoreksiyaya yakalandı,gitgide eriyor,eridikçe burun delikleri ve ağzı büyüyor.Habire lokma döktürüp yese de bari azcık kilo alsa yazık.Madafakaaaa Mahidevran,go to hell!
Hatice,manik depresif ruha bağladı,gözleri,lavabosundan ahtapot çıkmış kadın gibi sürekli dehşetli bakıyor,ben korkuyor,gel çabuk.
Hatice'yi nişanladığınız gerzek de,ya akciğer kanseri ya da verem olmuş diye tahmin ediyor ben ama şifahane yerine anasının evine gitmek istedi,ağzından burnundan kan fışkırıyor ama ille Hatice'yi gerdek yatağına atmadan ölmek istemiyor galiba.Oğlum nerde?

Sülüman,ben yine doğurucam,az kaldı.Kız olursa,şehzadelerin sayısı,kızların sayısının üç katı olana kadar ha bire mart kedisi gibi zırtık pırtık doğrurum artık,saray korksun benden.Oğlumu verin bana.

Sülüman oraların balı ve zeytinyağı pek meşhurmuş,bi zahmet gelirken üçer kilo getir,canım çekti,karnımdaki istiyor ben diiil.Artan yağı da ileriki fantezilerimizde kullanırız.


Offf Sülü yaaa...buralar hiç çekilmiyor.Balkona çıkıyorum,tek manzaram karşıdaki kulelerin üzerinden sürekli tek sıra halinde uçan sekiz kuş.Memleketin başka kuşu yok Sülü,gel de bana kuşunu göster,özledim seni.
Sıkılıyoğr ben,sıkıldıkça yiyor,görsen memeler oldu himalaya gibi,göbek bi yana göt bi yana,çirkin oldu ben.Kafama bakıyor aynada,vakfıkebir ekmeği gibi büyük,omuzlar küçük.Madafaka Mahidevran'ın yandaşı Gülşah'ın etli ekmek suratı ile benim kafa yarışır oldu.Benim kafa onun suratı geçer.Oğlumu verin bana.
Ha bu arada,duydum ki Salak Murat sultan,seni hanedan hançeri ile öldürtmek istemiş.Tam kaçacakken de duyduğum kadarıyla,atlılar geldiği halde iki saatte bir kayık düğümünü çözememiş,tabii hançeri de yok ipi kessin.
Oh may got,bu kadar mı salak olunur,iyi ki Osmanlı'da kalıp tahta geçmemiş zamanında.Hem yine duydum ki,saç sakal kaş bıyık falan,tam inşaat amelesi kıvamında bir herifmiş.Oğulları da Hint fakirlerine benziyorlarmış.Oğlumu verin bana.

Sülü,bebişim, aklıma takılan bişi var.Sana niye Kanuni diyollal?Hı?
Daha bi tane bile kanun çıkarttığına şahit olmadım?Gerçi Sarayda benim koynumdan çıktığın da yok ya,asdfghj....di mi yani ne zaman kanun çıkartıcan?Sen anca benim karnımdan bolca yavru çıkartabilecek kadar zaman buluyorsun işte...Oğlumu getirin?

Sana Sülüman,Sümbül'e de Süklüm diyip duruyordum ya,içime doğuyor bir gün soyumuzda bir Mihrimah olacak ve ben bir nefeste bu zor ismi doğru telaffuz edebileceğim nedense....

Sülü aşkitom,donuk ve börtlek gözlerinden hasretle öper,sakalının gerdanımı sakal yanığı içinde bırakacağı gecelerin özlemi içinde yanarak seni hasretle gıdılarından öperim.Oğlumu verin bana.
Ölene dek senin Hüroş'un"

İBOYA EŞŞEK ŞAKASI

İbrahim elbette ki vezir olacak,Süleyman Piri Paşa ile odasında gizlice bunu konuştu zaten.
Piri Paşa'yı emekli etti ve vezirliği ondan aldı.
İbrahim'e eşek şakası yapıyor,BURAYA KADARMIŞ dediği şey hasodabaşılık makamı tabii ki.
Sonraki bölümde,seni vezirim yaptım diyecek.(Bütün bunları Aref'den öğrendim ehehühe )
Mektupta hiç bir hatunun adı geçmediği için,o mektupta Hünkar'ı sinirlendirecek bir şey yok elbette.Hatta mektubu mektup olarak değil,şiir olarak da algılamış olabilir.Çünkü flashforward ile geçmişe gittiydi de İbrahim'in ateşe attığı mektupla ilgili sorusuna,"size gösterebilicek kadar güzel olmadığı için şiiri ateşe attım" cevabını hatırlamıştı ya.


Neyse zaten vezir olduktan bir yıl sonra evlenecek Hatice'si ile...13 yıl sonra da öldürülecek.
Pargalı'nın öldürüldüğü gün,dizi ve Okan Yalabık fanatikleri seti basarlar diye korkmuyor değilim.
Bu arada Valide Sultan sağa sola isim dağıtmak konusunda oldukça hırslıydı.Cariyelerden birisini yanına çağırıp ADINI FERİHA KODUM demeyecek mi hala?
Valide Sultan'ın Osmanlı Kadını olmadığından da şüpheleniyorum.Lokmaları yerken Perhizimi Bozdum dedi olum,valla billa...ne perhizi la bu?Bir dirhem etin bin ayıp örttüğü bir çağdasınız,aloooo...
Haftaya yeni bölümün kritiğiyle görüşmek üzere.








BIRI BANA DEH DESIN

Sürekli girdiğim bir kaç zeka oyunu sitesi var.

Sürekli kendimi deneyip,"Geri zekalı,ne işin var senin burda,hadi bas" şeklinde siteden atılacağım günleri bekleyerek,habire test uyguluyorum kendime.

Zekam konusunda ısrarcıyım arkadaş,bir gün o sitelerden birisi bana,
"Üstün yetenek,büyük deha,senin gibisi görülmedi,vay arkadaş sen neymişsin" diye yazacak, SONUÇ butonuna tıkladığımda,inanıyorum evet :)

Hatta bir tanesi,dönen balerinin ne tarafa döndüğünü buldum diye beni resmen deha ilan etti.Süper IQ dedi bana.Valla dedi.
Kırıldım.
Bu kadar basit miydi her şey?
Bir balerin mi karar verecekti eşsiz,benzersiz,nadide dehama benim?

Geçenlerde,KOKOLOJİ testlerinden birine yakalandım,gecenin bir vakti,gözlerim uykudan otsuz kalmış keş kırmızısı halinde ama ben inatla ve ısrarla bir sonraki soruya geçip duruyorum.

Kokoloji,bildiğiniz gibi,tuhaf senaryolar oluşturup,o senaryolara göre vereceğiniz cevapla sizin bilinçaltınızdaki gerçekleri ortaya çıkartıyor sözde.
Hadi ordan,kçmın bilinçaltısı!

Yalan!
Külliyen yalan.

Bakın ispatlayayım,
Bir soruda diyor ki,bir çilek bahçesine girdiniz,etrafta kimse yok,bir seferde ağaçtan kaç çilek kopartıp yersiniz?

Lan olum,bi defa çilek ağaçta yetişmez dana.
Ayrıca,ben hayatta çilek yemem.Hatta içinde çilek kokusu olan hiç bir şeyi ağzıma sürmem.
Çilek allerjisi olan birisi de yemem diye cevap verecektir illa ki.
Ayrıca ben kimsenin bahçesine girip habersiz bir şey de yiyemem ki.
Efendim vereceğimiz cevap,bizim,yasak aşka olan eğilimimizmiş.
Çüşşş...
Eşim çilek manyağıdır mesela,bahçeyi falan gördü mü,köküyle beraber fideleri de yiyebilir,o derece.
Bu soruya eşim hepsini yerim diye cevap verebilir rahatlıkla yani.
Demek ki eşim,yasak aşk manyağıymış,öyle mi?
Dünyada çilek seven herkes,yasağa uçkur çözebilir,demek kiiii...böhü.

Çilek yemem ve sevmem diyen birisi,hayatta hiç yasak aşka meyil etmemiş mi oluyormuş ayrıca?

Yine bir soruda,ıssız ve tehlikeli bir ormana girmek üzeresiniz,bu ormana girerken yanınızda kim olsun istersiniz diyor.
Düşündüm,oğlum asla olsun istemem mesela,çünkü tehlikeler var,onu koruyamayabilirim,bir zarar görebilir...
Ve oğlum benim hayatta en önem verdiğim kişidir.
Başka birisini yazdım.
Ne dedi dana kokoloji bana?
Bu sizin hayatta en değer verdiğiniz kişidir.

Ne yani,taaa bilmem nerede yaşayan kuzenim benim hayatta en değer verdiğim kişi mi yani?
Niye onu seçmiştim,çünkü hani başına vahşi cangılda bişi gelse üzülmem çünkü güçlü kuvvetlidir kendini koruyabilir falan diye düşündüm...

Çok nadir bir taşı bulmak üzere bir dağa çıktınız- arada biraz senaryolu sorular falan-sonra diyor ki bu taşı tarif edin.
Ulan baştan diyorsun işte nadir bulunan taş diye,nedir nadir taşlar,pırlanta,yakut,zümrüt falan gelir insanın gözüne.Sonra da diyor ki işte bu tarif ettiğiniz taşla kendinizi tarif etmiş oldunuz.
Yok artık...Nadir diye baştan şartlamasana adamı.Tabii ki güzel,parlak falan diyeceğiz yani...
Bu salaklığa inanıp vauuvv ben neymişim diyebilecek kişiler de var mıdır acaba merak etmiyor değilim.


Çölde üzerine bindiğiniz deveye ne dersiniz diyor...
Ne diycem ülen,deveyle niye konuşayım,gayet sağlıklı bir ruhsalım var,yapmam öyle bir şey.
Deveye söylediğimiz şey,sevdiğimiz kişiden ayrıldığımızda etrafımızdan duymak istediğimiz şeymiş.
 Deh diye cevaplamadığıma çok yanıyorum.
Zor günlerimde en çok ihtiyaç duyduğum sözdür çünkü.
Biri bana deh desin...Hemen düzelirim,hayata pembe gözlükle bakarım,at gibi dörtnala yeni aşklara koşarım yani.


Sonuçları okuyun,eğlenin ama inanmayın.

Eşinize,sevgilinize yaptırıp da ,sonradan çıkan sonuçlara göre savaş falan da ilan etmeyin.Kokoloji kaka olmasın.

tulisinkursunkalemi.wordpress.com

Şimdilik bloglara girebiliyorken,bi kenara not edin istedim okumaya değer bulup bu postu ve blogumu okuyan herkes...

Yedek  adresim burası.Aktif olarak oraya yazmıyorum ama blogumdan bağlantı verdim,burda yazdıkça ordan da çıkacak...

Dns ayarı yapmamış veya yapamamış arkadaşlarım blogspot yazılarımı okuyamadıkları için,biraz da onlar adına açtım yeni blogu.

Sürekli güncelleneceği için,ordan takip etsinler bari dedim.

tulisinkursunkalemi.wordpress.com

HİÇÇÇ Mİ HİÇ SEVMİYORUM WORDPRESSİ,BLOGCUYU,TUMBLR'I FALAN ... 
İnsanın alıştığı evi gibi olur mu misafirliğe gittiği ev?
Umarım oraya aktif olarak hiç yazmam gerekmez.
Umarım tatlı bir anı olarak kalır orası...

KOKLAMAK MI OPMEK MI?

Benim çocukluğumdan beri sürekli kendi kendime oynadığım ve etrafımdakilere de oynattığım bir oyun vardır.
SEÇ BAKALIM oyunu.

Ömür boyu tek bir gıda seçeceksin ve onun dışında başka hiç bir şey yiyemeyeceksin,ne seçerdin?

Hayatın boyunca sadece sürekli bir kişiyle telefon görüşmene izin verseler,kimi seçerdin?

Yalnızca tek bir yerde tatil yapma imkanın olsa,hangi şehri seçerdin?

Ömrünün sonuna kadar bir adada yaşayacaksın ama adadaki her şey tek renk olacak,hangi rengi seçerdin?

Bir tek hastalık seç,ömür boyu onunla yaşa deseler,hangi hastalığı seçerdin?
Tek bir et türü seç,ölene kadar başka et yiyemeyeceksin,tavuk,balık,koyun,dana,hindi,hangisi?

Hayatında bir tek güne dönüp o günü düzeltme imkanı tanısalar hangi günü seçerdin?

Tek bir tarihi kişilikle tanışma imkanı verseler,kimi seçerdin?....falan gibi.

Basit bir oyun gibi geliyor aslında ama,öyle değil.
İnsanlar,daha önce hiç düşünmedikleri şeyler hakkında düşünmeye başlıyor sen soruyu sorunca.

Üstelik derinlemesine düşünüyor,enine boyuna,hani tek seçim yapacak ya,yanlış karar vermesin diye.
Bu sorular ayrıca basit EN SEVDİĞİN sıralaması değil.
En çok sevdiğin şey,bazen ömür boyu katlanabileceğin bir şey olmayabiliyor.
Benim oyunda,genellikle seçilen şey ömür boyu beraber yaşamaya katlanılacak şeyler olmak zorunda.

Aslında biz kadınlar bu TEK SEÇİM olayına ne kadar da alışkınız,hem siyahını hem grisini beğendiğimiz o çantanın,bir tanesini seçmek zorunda az mı kaldık mesela?hahahahah...yok yahu,sadece derin düşünemeyen kişilere gönderme yapıyorum,yemişim çantayı mantayı noolucek!!!

Tek gıdam,SİMİT,tek telefon görüşmem OĞLUM,tek tatil yerim DALYAN,tek rengim TURUNCU ve tonları,tek hastalığım HİPERMETABOLİZMA,(hehe akıllıyım evet),tek et cinsim balık, tek telafi edeceğim  günüm....söylemiycem geçelim...tek tarihi kişiliğim ise Hz.Muhammed olurdu...benim tercihlerim şimdilik bunlar ama zamanla değişecektir herkesin tercihleri.Mutlaka değişecektir çünkü hayat dinamiktir.Sürekli akar.

Her tercih,bir vazgeçiş olduğuna göre,insan nefsi,vazgeçtiği her şey...ama her şey için pişmanlık ve özlem duymaya mahkumdur.Acabalar,hayatımıza yön veren en gizli pusulalardır.

Sizlerden şimdi istediğim,şu sorunun cevabını düşünmeniz.
Koku alma yeteneğiniz elinizden alınsaydı,birisini öpmek bu gün hissettiğiniz duyguların aynısını hissettirebilir miydi yine?
Koku alma yeteneğiniz sizde kalsın,öpme yetkiniz elinizden alınsın,buna ne dersiniz?

Sevdiğinizi,yavrunuzu,annenizi,babanızı,kardeşinizi,kedinizi....hepsini gözünüzün önüne getirin.

Koklamadan öpmenin bir değeri var mı?

Peki öpemeden sadece koklamanın?

Tek birini seçme şansınız olsa?

Hangisini seçerdiniz?

INTERNETTEN GIYINMEK


 
İnternette iki şeyi çok rahat yapabiliyorsun.

Giyinmek ve soyunmak.

Nasıl?So..soyunmak mı?

Hayır sen değilsin soyunan ama canı çeken herkes,SOYUNMUŞ birilerini bulabiliyor  demek istiyorum.Markafoni,Trendyol,Vipdükkan gibi uygulamaları bilirsiniz.
Sadece trendlere göz atmak istediğimde(bu trend  kelimesine de takığım ha...yok mu la bunun Türkçesi...eğilimler desek ,cinsel çağrışım yapıyor...Cinsel Eğilim falan gibi...) mailime gelen her indirim bildirisinde tıklar bakarım.

Prensip olarak,bir şeyi dokunmadan,ellemeden,koklamadan,çekiştirmeden,tartmadan,giymeden,sürmeden,denemeden,satın alamayanlardanım.Deneyerek aldığım halde çoğu şeyden pişmanlık duyan biriyim zaten.

Bu nedenle,o dükkanlardaki,yani internet dükkanlarındaki TÜKENDİ yazılarını gördükçe acayip oluyorum,vay arkadaş,Türk kadınının ayağı,beli,kalçası,göğsü,bacağı falan acayip standartmış da ben bilmiyormuşum.

Arkadaş,ayağına giymeden,kıçını içine sokmadan,kolunu geçirmeden bir kıyafeti veya ayakkabıyı nasıl güvenip de internetten sipariş edebilirsin?

Hani Beko elektrik süpürgesi değil ki bu.Gider bir bayide incelersin,bakarsın,sonra eve geldiğinde bakarsın ki indirime girmiş,verirsin siparişini,tık tık,üç gün sonra kargo kapında.

Benim evde üç değişik numarada ayakkabılarım var mesela.Bir kısmı 38,bir kısmı 38,5 ve bir kısmı 39 numara.
Kotlarımın biri 27 beden,biri 28,biri 27 buçuk.
Aynı markadan aynı gün aldığım  iki hırkamdan birisi L beden ötekisi M...
Yok ki bunun bir standardı!

Hele geçenlerde,Adidas mayolarda TÜKENDİ etiketlerini görünce resimlerin üzerinde,yuh lan dedim,yok artık.
Mayo bu yaaa...
Hani üzerine kazak indirip,paçasını kısalttırıp,ya da boyunu uzattırıp giyemeyeceğin bir şey.
Ma-yo!
Üzerine oldu,oldu.
Olmadı,at çöpe.

Makyaj malzemeleri de keza aynı öyle.
Hepsi değil kabul,kullandığın,bildiğin,güvendiğin markalar okey.
Ama adam allık koymuş,ruj koymuş,far koymuş lan.
RENK unsuru yani.
Dijital ortamda çekilen bir şeyin rengine nasıl güvenebilirsin yahu?
Kozmoshop'larda (öztürkçeleştiriyorum efendim:ıtriyat mağazalarında...olmadı di mi?bu da Farsça oldu,hay bin kunduz) bizzat sürerek denediğim rujlar,allıklar bile ambalajından farklı renkte çıkabiliyorken!!!

-Genellikle evimizden alışveriş yaparız ama lanet bilgisayar çöktü
Şöyle bir insan tipi var kafamda,sabah 9'da destuur diyip,online alışveriş sitelerine giriyor,üstünü başını,kozmetiğini,gıdasını falan sürekli internetten siparişle alıyor.

Facebook ile,MSN ile sosyalleşiyor,ay şekerim geçen gün indirimden şunu şunu aldım diye resmini koyuyor falan...

Ama sokakta sosyalleşemiyor.
Sosyal hayatı bitik.

Aldıklarını gösterecek ortamı falan da yok.Zaten nasıl olsun,internetten fırsat bulup sokağa çıkamıyor ki
Ama ha bire alıyor,ha bire alıyor.Öğle arasında yemek siparişini netten yapıp,dürümünün yağlarını faresine akıta akıta yine alışveriş siteleri gezmeye devam ediyor.
Bunun bir hastalık olduğunu kabul etmiyor üstelik.

YAKALA CO
Ama bakın,Şehir Fırsatı olayına hastayım vallahi.
İnanılmaz indirimlerle inanılmaz fırsatları yakalayabileceğin bir ortam,sadece bu değil,benzeri bir sürü fırsat sitesi var.

Zaman ayırabilene muhteşem,hiç kaçırmayın,üyeliğiniz yoksa mutlaka Şehir Fırsatı,Grupfoni,Fırsatika,Fırsatbufırsat gibi sitelere üyelik yapın,yaşadığınız şehrin en çılgın gezme,yeme ,içme,konaklama ve bilumum sosyal mekan indirim fırsatlarından maille haberdar olun.

Uygun bir Abant fırsatı kolluyoruz,yakalar yakalamaz,size Abant gözlemlerimi aktaracağım.
Her şey araştırmacı blogculuk uğruna kendim için bişi istiyosam neyim...

AZ KALSIN KUFLENIYORDUM

Hayatın acımasız bir öğretmen olduğundan falan sözedip kimsenin beyin frekanslarını zıplatmaya niyetim yok ama,bu hayatta bir şeyler öğrenip durmanın ne zaman sonu gelecek,vay arkadaş,yaşım Cahit Sıtkı Tarancı şiirlerine konu olacak rakkamları da aştı.
Ama hala şu hayatta öğrenciyim lanet olsun ulan.

Hala öğreniyorum ve öğrenmenin önüne geçilemez bir şey olduğu bilgisini de öğrenmiş bulunuyorum.
Evet,öğrenmek,engel olamayacağımız,durduramayacağımız bir şey.
Gördüğüm,okuduğum,baktığım,duyduğum her şeyde bilgi var anasını satayım.

Beynim istemese de,bir şekilde kodluyor hepsini.Yeter yer yok...arkayı falan dörtleyemem,araç dolu.

Son zamanlarda,KÜF denen şeyin,insan hayatının ayrılmaz bir parçası olduğu başlığı içinde,yüzlerce alt başlık öğrendim.
Yatak odamda küf var.
Evet artık bu iğrenç gerçeği kabul ediyorum.

İki adet pencereden büyük olanının etrafı,minik lekelerle başlayıp gitgide sanatsal bir gelişme gösteren siyah küf izleriyle dolmaya başladı :(

Hem kötü görüntü,hem camdan süzülüp parkelere akan buğu ve su,hem kötü koku,hem hapşırık tıksırık ile solunum yollarımızı sürekli ziyaret eden küf mantarı.

Küf yaz 3330'a yolla,paket program halinde hediyeleriyle beraber yatak odana gelsin!!!

Dış cephe izalosyonu yaptıralı,5 sene oluyor.

Zaten binada küf ve ısı kaybı var diye yaptırmamış mıydık?

Eeeee?

Ee'si,şimdi de öğrendim ki,çok iyi yalıtılan binalarda da bu kez yoğuşmadan dolayı nem ve buna bağlı küf oluyormuş.

Sürekli üşüyen ve soğuk havayı koklayıp;

-Kapat şu camı Tülay,bak burnuma kış mikrobu doldu,hasta olucam,
diye yakınıp duran bir eşe sahibim.

Fakat öğrendim ki,kışın,dışarıdaki hava,içerideki havadan daha KURUYMUŞ.

Bu nedenle,kışın,odaları günde dört beş kez,onar dakikalık şok havalandırma ile soğutmak gerekiyormuş.

Camları sonuna kadar açıp on dakika sonra kapatacakmışız.
Her ezan işittiğimizde bunu yapabilsek,günde beş kez havalanmış oluyor işte ne güzel.Fekaat bunun için her ezan vaktinde mutlaka evde olmak lazım tabii.


Artık eşimin kaçacak bahanesi kalmadı.
Hep onun üşütme fobisi yüzünden evi yeterince havalandıramıyorum.

Alt ve üst kat komşularım da kombilerini ambalajında sıfır olarak ilk günkü gibi el değmeden koruduklarından,benim evin ısısı,alt ve  üst kata kaçıp duruyor.
Bizim kombi bir yakma ile üç daireyi de ısıtıyor neredeyse yani.

Dışarının ısısı  ile içerinin  ısısı arasında 10 derecelik bir üstünlük olmalıymış.
Dışarısı,10 derece ise,iç mekan 20 derece olmalıymış.
Yoksa fizik kanunları devreye giriyor ve gelsin yoğuşma ve küf!!!

Küfe,çamaşır suyu ile saldırınca,gecenin bir vakti buzdolabının önünde yakalanmış kakalak gibi kalakalıyor,ne yapacağını bilemeden apışıp duruyormuş.

Yani Domestos'u doldurup fısfıslı şişeye,bolca püskürtüp,siyahlığı yok edene kadar sil babam sil.

Bu sabah çok erken saatlerde,beni camda ,elinde eldiven burnunda maske, bir şeyler fıslatıp bir yandan da söylenerek harıl harıl ovarak görenler olduysa,burdan hemen söylemeliyim ki o ben diildim bi kere,yardımcı kadındı,ben sabahları bile çook bakımlı,fönlü falanımdır yani.

Tamam yardımcı kadın bana çok benziyor olabilir kabul :P

Perdeleri sürekli kapalı tutmamak lazımmış.Kuru hava her yeri dolansın diye.
(Ne nazlı havaymış a.k.Her yeri gezsin diye şebek olduk)

Küf kokusunu yok etmek için küfü yok etmekten başka çare yokmuş,bunun için yine Domestos'la saldıracakmışız.

Aslında  gereken en iyi küf öldürücü,yüzde seksenlik etil alkolmuş,eşimin evde hediye gelmiş Chivas Regal'leri aklımdan geçmedi desem yalan olur.
Ama neyse işte her eve lazım Domestos'um biricik yardımcım,burda da imdadıma yetişti.

Nem alma cihazları,küf yapan nemli mekanlar için can kurtarıcıymış.
Dr.Dyo markasının iki ürünü varmış.
Birisi iç mekan kaynaklı nem için DYO TERM,
Ötekisi,dış mekandan kaynaklanan su,yağmur vs...ile oluşan nem ve küf için olan DYOSTOP  imiş.
Duvarları bunlarla boyatmak gerekliymiş.

Şimdiiiiiiii...
Nem cihazı alınacak.
İlkbaharda,yatak odası derhal Dyoterm ile boyatılacak.
Depron denen incecik 3mm lik köpük plakalar ile gerekirse içerinin ısı yalıtımı yapılacak.

Bahar gelene kadar uygulayabileceğim çözümlerim ise şunlar;

İçeride,çamaşır kurutulmayacak.(ki zaten kurutma makinası kullanıyorum bir de içeride kurutsaydık nice olurdu halimiz)Ama hassas giysilerimi kurutucuya koyamıyorum ,ille kalorifer yanında kurutuyorum nolcek gari?

Çamaşır makinası,duş,fırın,ocak gibi şeylerin kullanımı sırasında,ilgili mekanın camları mutlaka açık tutulacak.

(Sevgili eşim...artık bu kışı grip olarak geçireceğin kesinleşti.İstersen annenin evine iltica edebilirsin ama orda da nem problemi var hatırlatayım)

Yatak odasındaki dolapların sürekli kapakları açılarak ısı farkları engellenecek.

Fizik öğretmenliği mi denesem acaba?
Isıydı, yoguşmaydı derken,branş değiştirip bir taşla iki kuş vurabilirim.

Eşekten düşenin derdini eşekten düşen anlarmış bir tek.

İnsan yaşadıkça,sorunların çözümünü öğreniyor.

Hayat size birşeyler öğretmek için önce sorun yolluyor,sonra da öğretmen.

Daha neler neler öğrendim istemeden,kurmadan,planlamadan.

Diğerleri de diğer postlara kalsın.

Hmmffff....oooohhh...ev mis gibi domestos kokuyor.

Burnumun içine birisi kusmuş gibi bir iz bırakıyor ama küf kokusundan daha iyi.

En kötünün yanında kötü bile kabul görüyor,bak bunu da öğrendim.
(Denize düşme ve yılana sarılma olayı)