sağtık

YAMYAMLAR VE YAMALARI

Evinizin salonunda kocaman bir boşluk olduğunu farzedin.Ne yapardınız?

Oraya gerekli eşyayı koyacak,köşeyi dolduracak gücünüz de yok?

Ne yapardınız?

Gücünüzün,bütçenizin yettiği en ucuz en uygun eşya ile orayı kamufle

etmeye çalışırdınız.Belki büyük bir saksı,belki eş dosttan edinilmiş eski bir

köşe sehpası…veya pazarlarda satılan ucuz bir plastik çiçek falan…

Suratınızda kocaman bir sivilce çıktı ve geçmek bilmiyor.Bunun için ne

yapardınız?

Fondöten,pudra?

Saçlara yakın yerdeyse,orayı gizleyecek bir saç kesimi?

Herkesten gizlemeyi başarabilirsiniz ama o sizi rahatsız eden,olmaması

gereken şeyin orda olduğunu siz bilirsiniz hep.Sizi içten içten hep

dürter,rahatsız eder.

Hayatımızda olmasını çok istediğimiz ama bir türlü elde edemediğimiz şeyler vardır.

Salonumuzun bir köşesindeki o boşluk gibi,hep kendini hissettirir o yokluk.

Sevgili,eş,çocuk,para,araba,ev,aile,huzur,para,iş…

Önemli şeyler bunlar,buzdolabında eksilmiş yoğurt veya patates gibi

değildir ki koşup alıp yerini doldurasın.

Olmayınca olmaz bazen işte.

Kabullenir,kader kısmet deriz çoğumuz.

Elimizde olan diğer değerlerle avunmayı öğreniriz,doğal olan budur çünkü.

Mesele,bunu bir türlü kabullenemeyip,sahip olamadığı şeylerin herkes

tarafından sürekli konuşulduğunu,sürekli ayıplandığını zanneden,herkesin

her dakika her an bunun farkında olduğunu sanan insanlar vardır

çevremizde.

Yıllar sonra karşılaştığın bir arkadaşın şaşırtıverir seni bir anda mesela.

Yirmi yıldır görüşmediğin arkadaş,ayaküstü yirmi dakikalık

sohbetinizde,görüşmediğiniz yirmi yılın özetini anlatır anlatır anlatır.

Durup nefes bile almadan,senin asla sormadığın,sormayı aklından bile

geçirmediğin sorulara cevap verir.

Nerde çalıştığını,ekonomik durumunun ne kadar harika olduğunu,ne kadar

mükemmel biriyle evlendiğini,nasıl harika bir hayat yaşadığını,ne tür

mallara mülklere sahip olduğunu anlatır durur.

Bazıları öyle kabaca ve aleni anlatır ki,yarışma programında uzunca bir

biyografi anlatıyor sanırsınız.

Bazılara da kendini zeki zanneder,ne mükemmel bir hayat içinde olduğunu

aklı sıra çaktırmadan satır aralarında vermeye çalışır

“Bize beklerim bir gün,harika bir terasımız var,barbekü yaparız”

“Ay,zavallı babacığım sizlere ömür,benim evlendiğimi,iş yeri sahibi

olduğumu,arabamı,evimi,yazlığımı,hiç bir şeyimi göremeden çekip

gitti,ençok buna üzülüyorum”

“İşyerime gel,beklerim,müdür bey-müdire hanım’la görüşmek istiyorum

dersin,kapıda bekletmezler…”

“Benim oğlanın muayenehanesine gel istersen,biraz solgun gördüm seni…”

“Adresini ver ilk fırsatta gelirim,arabam var benim sen yeter ki gel

de,uçarım”

Bu alttan alta kendini ispat derdi taşıyan cümleleri o kadar çoğaltabilirim

ki!

Tevazu,eski yüzyıllardan kalma bir yalan artık.

Herkes,herkese geçirme,gol atma,bir sıfır,on sıfır,yirmi sıfır öne geçme

derdinde.

Rekabet iyi şey ama sadece ticarette.

Ve günümüzün bence en büyük sorunlarından birisi de insanın sürekli

kendini pazarlayan bir psikoloji içinde olması.Sağım solum önüm arkam

bunlardan doldu.

Boğuluyorum.

Kime napıyorsun desem,ya yeni arabasından,ya sürekli marka

giyindiğinden,ya yeni dekore ettiği evinden,ya gittiği on yıldızlı muhteşem

tatilinden,ya da hiç birine sahip değilse en yakınındaki kişinin başarısından

sözedip beynimi skiyor.

Yama psikolojisi.

Ezildim ezildim,şimdi ezme zamanıdır sloganıyla yel değirmenlerine savaş!

Bu tür bayağılıkları anlayıp ayıplayan,övünmenin,böbürlenmenin en

aşağılık karakter bozukluklarından biri olduğunu hala hatırlayan kaç kişi

kaldık?

Bu bayağılıklar sizi de bunaltıyorsa artık,neredeyseniz lütfen bulun

beni,arada sırada bu ucubik tipler beni bulduğunda sizlerle gözgöze gelip

içten içe anlaşmak,göz göze gelip gözlerimizle ayıplamak istiyorum.

Sormadan anlatandan kork.

İstemeden gösterenden kork.

Bakın ben ne harikayım,bakın ben ne muhteşemim diye hayatını her

yerde,her fırsatta gözüne gözüne sokmaya çalışanlardan kork.

Bu tür insanlar,hırsızdır.

Başkalarıın hayatlarını çalarlar.Hiç olamayacakları kişilerin.Ve onlarmış

gibi yaparlar.

Başkalarının özlü sözlerini,başkalarının şiirlerini ,başkalarının fikirlerini

çalarlar.Kendilerininmiş gibi söyler,yazar,kullanırlar.

Başkalarının değer yargılarını çalıp onlarla yaşarlar.

Başkalarının (mesela benim) sabrını,dayanma gücünü,zamanını çalarlar.

Başkalarının gözlerini çalarlar,onların gözleriyle bakmak için aynalara.

Etrafınıza bakın bir…öyle çoktur ki bunlardan.

Okulunuzda,işyerinizde,arkadaş

grubunuzda,facebookta,twitterde,msn’de,trafikte,sokakta,düğünde,akraba

ziyaretinde,tatilde,denizde,havuzda,restoranda….her yerde karşınıza

çıkarlar.

Yama psikolojisi,yama sendromu.

Eksiklerinin farkında olup,bunu başka şeylerle kapatma eğilimi.

Yüzüne haykırmak istersiniz görmemişliğini…”Sorduk mu a.q “ diye

bozmak istersiniz…Bana ne ulan senin görgüsüz ayılığından,bana ne senin

parandan,gezdiğin gittiğin sürttüğün yerlerden,hayatta ne ürettin hayata

ne değer kattın bana ondan haber ver,diye ,ne kadar zavallı

olduğunun,aslında seninle dalga geçtiğimin farkında bile değilsin diye

haykırmak istersiniz ama

olmaz.O içinizdeki olgun ve sakin ruh,o kadar mütevazıdır ki,kendinize kıza

kıza bütün bunları dinlemek,katlanmak,duymak zorunda kalırsınız ve her

seferinde kendinizi tecavüze uğramış hissedersiniz.

Çağdaş yamyamlardır bunlar.

İnsan eti yiyerek beslenirler aslında hiç biri farkında değildir.

Başınızın etini,beyninizi yerken,nasıl bir vahşi açlıkla beslenme güdüsüne

sahip olduklarını bilmezler.

Ya hayatlarında binlerce fotoğraf vardır bulundukları her yeri süsleyen,ya

da o fotoğrafları size tasvir ede ede zorla gözünüze soka soka beyninize

tecavüz ederler.

Gömleğin güzelmiş,güle güle kullan deseniz,tabii güzel,beş yüz gayme

saydım ben ona diyerek,hayattaki ederlerini,aslında kaç para olduklarını

size sürekli hatırlatmak ihtiyacı içindedirler.

İşin garip tarafı,bu insanlarla ya aynı okulu,ya aynı eğitimi,ya aynı aileyi,

ya aynı mesleği paylaşmaktasınızdır ve nasıl

oluyor da aynı sosyal ortamı paylaştığınız

halde siz böyleyken onun öyle olduğuna akıl

sır erdiremezsiniz.

Bir baksanıza çevrenize…sayın bakın kaç

yamyam tanıyorsunuz?

DENİZANASI DEMİŞKEN...

Hazır Edep konulu yazımda,Denizanalarından sözetmişken,şurda kısacık bir amme hizmeti yapmadan gitmeyeyim dedim. Bu yaz,ülkedeki pek çok sahile,bilim insanlarımızın henüz nedenini tam olarak kestiremediği ancak uluslararası taşıma yapan tankerlerin balast sularıyla taşınarak sığ sularımıza kadar ulaştığını tahmin ettiği mavi denizanaları sardı. Biz bu yıl Saroz körfezinde tamamladık yaz tatilimizi. Denizden yandım anam diye çıkan çıkanaydı. Sabah havlumuzu serdiğimiz andan,güneş batana kadar,yüzlerce insan,denizanası taşıdı kıyıya. Maviler çoğunluklu olmakla beraber kahverengi olanlar da vardı. Bunlar öldürücü değil. Ama yüzerken kollarındaki zehirli bölgeye temas ettiyseniz,cayır cayır yanmaya hazır olun.Hem yanıyor,hem kaşınıyor.Cildinizin hassasiyetine göre de süresi bir saat ile bir gün arasında değişiyor bu yanmanın.Üstelik o bölgeniz kıpkırmızı oluyor. Önceki yıllarda oğluma da çarpmıştı,tecrübem var bu konuda,hatta plajda oğlum ve eşimle,pek çok denizanasızedeye tavsiye ilkyardımında bulunduk. Bir önemli konu da,denizanasının çarpması şart değil,çok yakınınızdan geçiyorsa,bacaklarındaki zehirli salgı,suya bıraktığı o zehirli salgı gelip sizi yine bulabiliyor. Birinci kuralınız,asla tatlı su değdirmemek. İmkan varsa,deniz suyunu bir kapla,kaldığınız yere taşıyın,dayanabileceğiniz bir ısıya gelene kadar ısıtın ve bununla çarpma bölgenizi yıkamaya hazır olun. Ama yıkamadan önce ilk yapmanız gereken,kredi kartı gibi sert ve cildi kesmeyecek bir şeyle,çarpılan bölgenizin üzerini kazımak.Burdaki denizanası bacakları kalıntılarını kazıdıktan sonra (kum ile ovalamak da bir tür kazıma işlemi olabilir ama elleri kızarık bölgeye değdirmeyin bulaşmasın) ılıtılmış deniz suyuyla yıkayın. Daha sonra,alkol veya mavi ispirto sürebilirsiniz.Her ikisi de yoksa,votka,cin vs.içkinizdeki alkol de işinizi görür.Hiç biri yoksa,amonyak veya sirke kullanın. Yıkamanız da bittiyse,üzerine biraz buz torbası gezdirip,sonra anestol gibi uyuşturucu bir pomat sürebilirsiniz. Asla tatlı su değdirmek yok ,unutmayın. Bir de denizanalarını düşman olarak görmeyin,unutmayın denizler onların mekanı,onun yaşam alanına giren birnevi saldıran asıl bizleriz. Geçmiş olsun.!

MAYO MU O?

Anne olduktan sonra,hayatım değişti benim.

Hayata karşı duruşum değişti.

Hayatımın tam ortasına,çemberin merkez noktasına annelik yerleşti.

Tatillerimize de hep oğlumuzla çıkmayı tercih ettik,kimseye bırakmadan,onu bizden bizi ondan mahrum etmeden.

Çocukla tatil burnunuzdan gelir,aman bir aile büyüğüne bırakın da çıkın diyenleri anlamam ve kıl olurum ayrıca.

Çocuğun hayattaki duruşu ve gelecekteki karakteri,davranışları,0-6 yaş arasında ailede aldığı eğitimle belirleniyor.

Doğru ebeveyn olmak,doğru insan yetiştirebilmekle alakalı.

Çok sıra dışı istisnaları saymazsak.Yani çocuğun sorunlu,şımarık,huysuz,şirret olduğundan şikayet ederek burnumuzdan getirecek korkusuyla yanında götürmüyorsan,önce kendi ebeveynliğini sorgulayacaksın.

Bir çocuk getiriyorsan dünyaya,onu hayatına her koşulda kabul ediyorsun demektir.Her türlü mutluluğu onunla yaşayacaksın,her türlü zorluğu da.

Bir insan yetiştirmenin her aşamasını yaşaman,tecrübe etmen demektir dünyaya bir çocuk getirmek.

Gideceğin yere onu götürmemen,ancak ve ancak çocuğun menfaatine bir karar ise,bu kabul edilebilir.

Soğukta çıkarmamak,sigara dumanlı gürültülü yerlere sokmamak,hastane,işyeri gibi ortamlardan mümkün olduğunca uzak tutmak gibi.Bunların hepsi çocuğun menfaati için.Tatile,pikniğe,geziye,yolculuğa vs.giderken çocuğunu kendi zevki ve rahatı için birilerine bırakmak bana şerefli bir ebeveyn duruşu olarak gelmiyor,kimse kusura bakmasın.

Plajlarda beni deli eden bir anne grubu var.

Çocuğa kollukları takıp denize veya havuza salan,sonra havlunun üzerine uzanıp yan gelip yatan anneler.

Yanında çocuğun binbir ihtiyacından sadece birkaç tanesini taşıyan anneler.

Bu yaz ,henüz dönmüş olduğum tatilimde,bunlardan öyle çok gözlemledim ki,seçtiğimiz bölgeyi istila etmiş olan mavi denizanalarından bir tanesi şu analardan birine bir çarpsa da bütün sinirimi intikamımı alsalar diye çok umutlandım.

Sindiremediğim asıl mesele aslında başka..

Çocuk sahibi kadınların,sarkan memelerine,yağdan hava yastığına dönüşmüş kalçalarına,sürülmemiş tarla gibi engebeli bacak arkalarına aldırış etmeksizin inatla,o bekarken giydikleri daracık ve aşırı dekolte bikinilerini ısrarla giymeye devam etmeleri.

Edep bir taç imiş nur-u hüdadan, Giy o tacı, emin ol her tür beladan.

Biraz daha toparlayıcı bir bikini üstü bulamaz mıydın? Biraz daha kıçını kalçanı kapatacak bir bikini altı giyemez miydin?Pörsük ve sarkan göbeğini daha yüksek belli bir bikiniyle ya da şortla ya da tek parça mayoyla kapatamaz mıydın?

Tepki vermeye hazırlanan okuyucularım bir düşünsünler,aslında neye ve neden kızdığımı?Ne ara bu kadar dejenere,bu kadar aldırmaz,bu kadar geniş bir toplum olduk?

Herkesin kilosu,herkesin yağları,herkesin selülit torbaları olabilir,kimseyi de ilgilendirmez.

Ama üzerine en az bir beden dar gelen bir bikini giyip,bir de üstüne üstlük o bikiniyle çocuğunun peşinde koştururken fay hattı kırığı gibi sallanan yağlarını teşhir etmek için her fırsatı değerlendirirsen,ben de bunu eleştirebilme hakkımı kullanırım,eh ,bu da kimseyi ilgilendirmez.

Pareo var,şort var,tek parça mayo denen bir şey var,mini elbise şeklinde çok şık mayolar var,tankini denen altı etek üstü badi şeklinde yeni tasarımlar var.

Hayır neden ille de o fışkıran kalçalar,bikininin üzerine dört boğum olmuş ve sarkmış göbekler,sütyenden yanlara taşan üçgen bikini üstleri,neden,neden ,neden?

Bu teşhir inadı neden?

Bu aymazlık,bu domalarak plaj çantasından bir şey aramak,bu yüzüstü yatıp

Everest gibi popoyu güneşe dikmek,öne eğildiğinde dizlerine çarpan memeleri sallamak inadı neden?Slip şeklindeki bikiniyi giyip güneşe uzanan bir kadının aşağıdan nasıl göründüğünü herkes bilir.Bakan bakmasın asıl bakanın ayıbı deyip geçemezsiniz.On adım arkanızda uzanmış ve aralanıp dizleri havaya dikilmiş bir apış arasını isteseniz de istemeseniz de görürsünüz yüzüstü döndüğünüzde.Bakmanız şart değildir,görmek anlık bir şeydir ve o da yeter tiksintiye.

Anne olmak bir duruş getirir yanında.

Siz farkında olmadan gelip girer o duruş hayatınıza.Hiç bir yerde yazılmayan ama herkesin kabullendiği ve erdemli bulduğu bir duruştur bu.

Kimse yüzünüze bir şey demez belki ama ,herkes içinden olması gerekenle olan arasındaki farkı bilir,görür.

Bütün bunların ,insanın diniyle,memleketiyle,inancıyla da doğrudan bir ilişkisi yoktur.Hristiyanı da,Musevisi de,Budisti de,ateisti de,Müslümanı da kapsar,edep.Edep evrenseldir.Edep,kişinin kendine öz saygısının bir sonucudur,yansımasıdır.

Modernlik,edebi silip atamaz.Edepsizliğin adı modernlik olamaz.

Tek ayıbı kaka yapmak olan kedi bile ayıbını örtmeden ayrılmaz ordan,hayvan olduğu halde.Edep,yaratıcı tarafından işlenmiştir genlerine.

Kedi kadar edebi olsun yeter,diyorum.Susuyorum.Anlayan anlamıştır diye umuyorum.