sağtık

ÖLÜMDEN ÖTE KÖY MÜ VAR?

Kötü bir haber aldığınızda ne yaparsınız?

 Hele bu birinin hayata veda ettiği haberiyse?

Hayatta en korktuğum şeylerden birisi,acı kaybı olan bir insanın yanında konuşmaktır.

Ne söylenebilir?
Ne denir?  
Hangi ses tonu ,onun acısına duyduğun saygıyı yeterince ifade edebilir ki?

Ya samimiyetine inanmazsa?
Ya yeterince üzüldüğüne ikna olmazsa?

Ya bilmeden onu kırabilecek bir laf edersen?

En kötüsü de nedir bilir misiniz?
Hani yanına gidemeyeceğiniz ,telefonla acı kaybına baş sağlığı vermek zorunda olduğunuz dostlarınız,tanıdıklarınız vardır.

İşte o ilk cümleye başlamak ile tüm konuşulacakların susması gerektiğinde ve telefonu artık kapatmak gerektiğinde,o son cümledir en zoru.

İlki ve sonu yani.
İnsanların da aynı böyle değil mi ilki sonu?
Doğduğumuzda deli gibi ağlarken,öldüğümüzde birilerini deli gibi ağlatıyoruz ne yaparsak yapalım.
  
Dün,gencecik bir ölüm haberi geldi bana.

Sevgili Erdem…

Benimle tanıştığında henüz onbir yaşında olan,hatıralarımda hep o yaşındaki siluetiyle yaşayacak olan, kocaman bal rengi gözlü bir hayatı çaldı ölüm.

Haşarı,enerjik,haylaz,zıpır bir çocuktu ben onlara yabancı dil öğretmeye çalıştığım yıllarda.


Haksızlığa gelemezdi,hiçbir şekilde kendini tutamazdı haksızlık hissettiği bir ortamda.Ucunda ölüm olsa konuşurdu,isyan ederdi.

Ucunda ölüm vardı,trafik canavarına isyan edemeden gitti.

Şu ölüm çok…ama çok tuhaf bir his.

Ben varken ölüm yok,ölüm varken ben yokum,ne diye korkacağım ki,demiş birisi.

Ölüm sana gelirse korkma elbet,ama hayatının binbir ağına dalına sardığın ,yüzlerce binlerce sarmal hayatın birine dokunduğunda, işte dönüp dolaşıp seni buluyor onunla yüzleşmek.

Yaşarken hiç farkında olmadığınız,unutup gittiğiniz birisi ölümle geldiğinde tekrar hayatınıza,artık hepten ve herkesin hayatından çıktığını öğrendiğinizde,nedenini,sebebini bir türlü anlayamadığınız bir duygu yaşatıyor size.

Ben en çok,hayatta daha bir şeyleri yapamadan azraile teslim olanlara yanıyorum.

Düşünüyorum onu sözlüye kaldırdığım zamanları,ödevini yapmadı diye kızdığım,yaptığı için ödüllendirdiğim zamanları.

Meğer hepsi boşaymış,hiç biri yaramayacakmış kısacık hayatında onun işine.

Sonra kendi çocuğumu düşünüyorum, insan gibi insan olsun diye uğraşlarımızı,geleceğini ilim üzerine kursun diye çabalarımızı,okuluna,eğitimine gösterdiğimiz özeni düşünüyorum.

Bir gün her şey boşa mı gidecek,bir gün ansızın bizi ve bu maddi dünyayı terk edecek mi?

Daha aşık bile olmadı,daha okuyacak okulları,duyacak sözleri,söylenecek cümleleri,çekilecek dertleri,koklanacak evlatları var,bunları yaşayamadan….

Sonra tekrar öğrencimin ailesini düşünüyorum,tüm kızgınlıklar,azarlar,kavgalar,her şey şimdi yoğun pişmanlık ve vicdan azabı tortusu olarak yerleşti mi acaba hayatlarının şah damarına?

Geri dönseler geçmişe ve her şeyi yeniden yaşasalar sil baştan,ama bu yaşta ölüme teslim olacağını bile bile,yine aynı hatalar,yine aynı pişmanlıklar yaşanmadan restart yapabilirler mi bir ömrü?

Ölümün tarihini bilmeden yaşamak mı güzel yoksa gününü saatini bilerek buna hazırlanarak mı yaşamak?
Yoksa her şey yapmacık mı olurdu hayatta,birisinin nezaman öleceğini bile bile yaşasanız onunla?
Hangisi kolay?
Birden geleni kaldırabilmek mi,yıllar yılı o günün geleceği saati bilerek yaşamak mı?
Ölüm,seni anlamıyorum.
Gidene mi cezasın,arkasından gidemeyene mi?