sağtık

HER ÖLÜM BİRAZ DAHA VAR OLMAKMIŞ

*Özlemek,insani acıların en korkuncu.Özlüyorsanız,bir şeyleri kaybetmişsiniz demektir.
Çok sevdiğim arkadaşım,babasını anneler gününde kaybetmişti. Birden gelmişti ölüm haberi.Uzun zaman oldu,hala beraber sohbet ederken,gözlerinin ıslanmasına engel olamaz.Özlemek,insani acıların en korkuncu çünkü.Özlüyorsanız,bir şeyleri kaybetmişsiniz demektir. Her ölüm erkendir,diyor şair dizelerinde.Evet,her ölüm acıtır.Kendi annemin ölüm haberini aldığım günleri hiç unutmadım.Tatildeydim ve bir gece önce,ona döneceğimi söylemiştim telefonda.Aslında hasta olan babamdı.Kalp ameliyatı geçirmişti ve tüm aile üzerine titrerdik. Yol yorgunu kendimizi eve atıp, derin uykuların dipsizliğinde dinlenirken kapı çalmıştı.Ağabeyimin gözleri şiş şiş,kıpkırmızı.. -Babam hasta,hadi hazırlan..Seni istiyor yanına.. Baba evine vardığımda,kapının önündeki yüzlerce ayakkabıyı görünce,babamı kaybettiğimizi düşündüm.O eve girmek istemedim.Arkamdan iteklediler.İçeri girdiğimde,babam salonda oturuyordu,kalabalığın ortasında.Onu sağ görünce,oh,şükür dedim. Şükretmek için çok erken davranmışım.Giden,annemmiş.Hiç bir şey demeden,elveda demeden,gözlerine bakamadan. Bir ergenlik buhranında yüzüne haykırdığım cümle gerçekleşmiş. -İnşallah,yüzüme hasret gidersin! Bu cümle,hayatımın merkezine oturdu o gün.Pişmanlıklar…geri getirilemeyecek yaşanmamışlıkların,geri getirilemeyecek özür dilemelerin acısı… O günden sonra anladım ki,aslında her ölüm biraz daha var olmaktı. Annem,sağken,sadece bulunduğu yer neresiyse,oradaydı.Ama aramızdan ayrıldığı anda,birden her yere gelip yerleşir olmuştu. Garip bir yok oluşun, garip bir var oluş biçimi. Yoksun ama her yerdesin! Eskiden ertelediğim,ona söylemek için hiç de acele etmediğim ne varsa,gidip mermerle çevrili yeni evinde,kavak ağaçlarının hışırtısı altında ona anlatma isteği oluşuyordu.Gidemezsem bile,yanımdaydı artık,duyabilirdi beni heryerde...Anlattım…anlattım..anlattım…Hayatımdan çıkıp gittikten sonra,tamamen benim hayatıma oturmuş olan kadına,hissettiğim ve yaşadığım her şeyi anlattım. Oysa hayatta olsa,aman üzülür,aman şimdi evham yapar diye kendisinden bir sürü şeyi gizleyecektim.Ölüm,beni de onu da özgür kılmıştı.Telefonlaşmadan,randevulaşmadan,canımızın istediği her yerde dertleşebilir olduk.Ben anlattım,o dinledi. Akadaşıma da söyledim bunu..."Eskiden babanı bu kadar çok düşünür müydün?",dedim.
Ölümün de bize öğrettiği şeyler var.
"Ölüm,aslında birisini tamamen hayatının en gizli en kuytu köşelerine alıvermeyi sağlıyor,değil mi?",diye sordum. Ölüm,bize geçmişi tamir edememeyi ama bunun da yaşanılması gereken bir şey olduğunu öğretiyor.Hayatlarımızın kırılma noktalarını keşfetmeyi öğretiyor.Her ölümde olmasa da ,ölümlerin birinde,mutlaka bir aydınlanma çağı yaşıyorsunuz.
Ölümü ölenin değil,yaşayanın tadabildiğini mesela...
Her canlı ölümü bir kez tadıyor sahiden de.Ölen,değil...Canlı olan tadıyor,çünkü ölen öldüğünü idrak edip de ,ölümü tatmış olduğunda,canlı değil artık çünkü. Yaşarken,sağken,nefes alıp verebiliyorken,toprağın soğuk nemiyle randevuya daha çok zaman varken,insanlar, sadece bulundukları yeri dolduruyorlar.Oysa ölüm,o şeyi öyle büyütüyor,öyle ölçülemez hale getiriyor ki,artık bulunduğu yerden çıkıp,tüm evreni,tüm odaları,tüm çevrenizi dolduruyor. Ölüm insanı büyütüyor.. Kalanı da,öleni de... Kalan,ruhen büyüyüp olgunlaşıyor,ölen ise geride kalanların hatıralarında büyüdükçe büyüyor. Büyümenin binbir çeşit yollarından birini de bu şekilde öğretiyor. Ölüm,gidenin, aslında bir daha asla ölmeyeceğini de öğretiyor. Ölümün de insanlara bir şeyler öğretebileceğini öğretiyor. Aslında hiç ölmemek için,bir kez ölmek gerektiğini... Her ölüm,biraz daha var olmakmış… En önemlisi de bunu öğretiyor.

KALBE TEKNOLOJİ DEĞMEMİŞTİ HENÜZ...

Seni uzaktan sevmek,aşların en güzeli....diye bir şarkı vardı bir zamanlar..Belki de 30 yaş üzeri pek çoğumuzun aşk biçimini anlatırdı bu şarkı. Sevdiğini bir kez olsun görebilmek için çekilen o eziyetler,el altından mektup yollamalar,gizli bakışmalar,bir yerlerden telefon bulup gizlice aramalar.. Sıralara,ağaçlara kazılan üstü örtülü aşk ilanları..
Zaman ilerledi..Sevdiklerimizin suretlerini cep telefonlarının ekranlarına,bilgisayarlarımızdaki sanal albümlere hapsetmeye başladık önce.. Artık onun sesi olmasa da olurdu,mesajlaşma diye bir şey çıkmıştı.Bir kelimeyi,bir cümleyi söylerken,sesinin tonu,yüzünün ve gözlerinin ifadesi olmasa da olurdu artık... Dıt...dıt...mesaj geliyordu ve ne dediğini ekrandan okuyup,yüzünü ve sesini önemsemeden,ya da sadece hayal ederek kabullenir olmuştuk her şeyi. Ağaçlara,sıralara kazınan kalpler,artık dijital elektronik post card larda tekrar hayat bulmuştu. Sonra kameralı sohbetleri keşfediverdik..Ne kadar uzakta olursa olsun,işte açıyorduk web-cam i ve pc mizin üzerindeydi artık o aşık olduğumuz suret.. Kokusunu,tenini,ellerinin sıcaklığını boşvermiştik artık.Piksel piksel yüzümüze gülümsüyordu ya ordan,bilgisayar ekranından..o da yeterdi bize. Sonra zamanla unuttuk birlikte martılara simit attığmız gemi güvertelerinin iyot kokulu aşk nefesini.Mahalleye yakın yerde birbirimizden kaçamak öpücüklerle ayrılmanın benzersiz heyecanının yerini ,smileyler aldı,muucck yazan sembolleriyle. Dijital davetiyeler yolladık eşe dosta,evleniyoruz,sözleniyoruz diye.. Dijital kameralarla çekilen düğün fotoğraflarımızı da hapsettik sonra o pc lere.. Artık yanyana idik ama bir şeyler eksikti..Bir şeyler yolunda gitmiyor muydu ne? Azıcık dayanıp,sonra bizler de o eski sevgilerin artı k yaşanmadığını söyler olduk sağa sola. Çünkü ten vardı eski sevgilerde..Böyle her canın istediğinde,onun kalbini kırmak,onun kalbini acıtmak için mesajlara saldırmıyordu eski sevgiler.Onu bir kez daha görene kadar iyice düşünüyor,hata yapacaksa bile bundan dönecek kadar vakti oluyordu. Her özlediğinde,seni çok seviyorum mesajlarıyla pörsütemiyorlardı sevgi sözcüklerini.Yanyana,dizdize gelemeden birbirlerinin gözlerinin içine bakamadan bunu ifade etmenin bir yolu yoktu çünkü.. Kalplere teknoloji değmemişti henüz. İlişkiler yanyana,ten tene,göz göze yaşanıyordu ve o gözlerin seni aldatması zordu.O sıcak ellerin sana dokunuşundan anlıyordun ne hissettiğini.Kandırılman zordu. Hasrettin sevdiğine ve bu hasret ancak evlilikle veya nişanlılıkla biraz deva bulabiliyordu.Tek çaren,onun bedenen ve ruhen yakınında olmaktı.. Kalplere teknoloji değmemişti henüz... Sevgini cepten ya da netten şarkı göndererek değil,aşktan titreyen sesinle söylemeye çalıştığın, " seviyorum seni
ekmeği tuza banıp
banıp yer gibi"
mısralarıyla ifade edebiliyordun... Seslere teknoloji değmemişti henüz... Yatak odana teknoloji değmemişti... Dijital kalp pilleri üretilmişti evet,ama dijital kalp çarpıntısı,yapay kalp acısı üretilemedi... Üretilemeyecek!
Kalbin sesindir.
Onu ancak canlı sevgilerle yaşatacaksın. Saçların çok hoş yazmadan,mesaja...saçlarına dokunacaksın.
Güzel gözlüm diye kaydetmeden rehberine,gözlerine kendi gözlerinle dokunacaksın.. Kalp kanıyla ve tüm sıcaklığıyla yaşamaya devam edecek.. Sen bileceksin.... ...ama yapmayacaksın.. (Bu yazı sanal ortamda,klavye ve tuşlarla yazıldı..Ama dijital olmayan bir kalbin sesiyle)
(Tuliş...sakız çiğnerken de düşünebilen kadın)